13 Aralık 2016 Salı

Sen benim en güzel cümlemsin...


Kimsin bilmiyorum… Nerdesin bilmiyorum… Belki gözlerimin görebildiği bir mesafedesin, belki de ufkun çok ötesindesin. Eğer şu anda tanımıyorsak birbirimizi, geldiğinde yabancılık çekme diye söylüyorum, renklerden en çok kırmızıyı seviyorum. Meyvelerden çileği, sebzelerden taze fasulyeyi, çiçeklerden papatyayı, günlerden cumartesiyi…  En çok yaz mevsimini seviyorum mesela, pırıl pırıl parlayan güneşi... Bir yerlere tıkılmak yerine açık havada gezmeyi… Sinemayı da seviyorum ama daha çok tiyatro izlemeyi… Tarih kokan mekanları seviyorum ben, yaşanmışlıkları ve geçmişle bağı olan yerleri. Eski kelimeleri seviyorum mesela, ağdalı anlatımları, iyi yazılmış kitapları… Derin suskunlarım olsa da zaman zaman, konuşmayı seviyorum, sohbet etmeyi, kahkaha atarak gülmeyi, anlatmayı, anlamayı ve bir o kadar da dinlemeyi... Söyleyemediklerim de oluyor tabi… İşte o zaman da yazmayı seviyorum ben. Yazıyorum, uzun uzun yazıyorum. Sevdiklerimi, sevmediklerimi, öfkelerimi, hayallerimi, göz yaşlarımı, üzüntülerimi, sevinçlerimi… Kendimi bildim bileli yazıyorum ama hep -farkında olmadığım zamanlarda bile- senin için saklıyorum en güzel cümlelerimi. Sen geldiğinde dökülecekler kalbimin ucundan kalemime… O güne kadar kutsal bir emanet gibi gizliyorum sana ait olan kelimeleri... Kimsin, nesin, nerdesin bilmiyorum. Daha fazla bekletme beni, şimdiden en güzel yazımı sana hediye ediyorum ve aslında o, benim en güzel yazım olacak, biliyorum…


                                                                                                      Herhangibiri / 13.12. 2016 


Fotoğraf: Rüstem Dilan 

25 Ekim 2016 Salı

Hayat...


Gençtim ben de bir zamanlar. Benim de kanım deli akıyordu damarlarımda. Hayallerim vardı. Yapmak istediğim bir sürü şey, gitmek istediğim bir sürü yer vardı. Hepsine zamanım yeter sandım. Her şeyin iyisini ben biliyordum nasılsa. Önümde uzun yıllar vardı daha.

Ama bir sabah gözlerimi açtım, yataktan zor doğrulup banyoya gittim. Yüzümü yıkarken aynaya baktım. Bu kırışmış surat, bu suyu çekilmiş, damarları çıkmış eller benim miydi? Şaşırdım… Dün aşık olduğum kız neredeydi? Sokakta birdirbir oynadığım arkadaşlarım, annem, babam, sevdiklerim neredeydi? Bu ev neden bu kadar sessizdi? Seslendim kimse cevap vermedi.

Hayatım boyunca çok koşturmuştum, çok yorulmuştum, insanları memnun etmeye çok çalışmıştım. Ama ne ben istediklerimin hepsini yapabilmiştim ne de insanları mutlu edebilmiştim. Anladım ki hayatımı çok cömert harcamıştım. O kızı sevdiğimi söyleseydim, o iş teklifini kabul etseydim, o fırsatı değerlendirseydim… Başka tercihleri değerlendirseydim ölüme daha mı mutlu giderdim? Bilemedim…

Cama çıktım. İnsanlar yürüyor, konuşuyor, gülüyorlardı. Zaman nasıl da bu kadar çabuk akmıştı? Sonra bir kız gördüm, elinde makinası benim gibi eskimiş evimin fotoğrafını çekiyordu. Ona el salladım geçmişime el sallar gibi. Artık onun fotoğraflarının arasında da bir anıydım. Usulca gülümsedim, hayatını kendi için yaşamasını diledim.


                                                                                                  Herhangibiri / 25.10.2016

18 Ekim 2016 Salı

Sever misin?



                               Küçücük ve soğuktu elleri. Sen tutup ısıtır mısın?
                               Yorgun ve bitkindi hayalleri. Sen dokunup canlandırır mısın?
                               Üzgün ve nemliydi gözleri. Sen silip kurutur musun?
                               Kocaman ve güzeldi kalbi. Sen sevip korur musun?


                                                                                            Herhangibiri / 18.10.2016

20 Eylül 2016 Salı

Yeni bir şarkı söyle...


Her dakika, her saniye dünyanın bir yerinde kalbi kırılıyor birinin. Hayalleri yıkılıyor bir diğerinin. Kendini dünyanın en bahtsız, en mutsuz insanı sanıyor belki de biri... Çıkmaz sokaklarda yürüyor umudunu yitirmiş bir adam. Yorganın altından çıkmıyor ve sürekli ağlıyor bir kadın. Eminim “Neden ben?” diye sorguluyor her biri kendini. Belki sen de buna benzer hissediyorsun bu yazıyı okurken. Hissetme… Akması gerekiyorsa aksın gözyaşı tabi ki… Yaşansın yas hakkıyla. Ama o kadar… Gerisi yine umut, gerisi yine hayat… Neden biri yüzünden hayal kurmaktan vazgeçesin ki? Neden tekrar aşık olmayasın ki? Neden tekrar sevmeyesin? Neden sevilmeyi başka birinden öğrenmeyesin? Neden tekrar gülmeyesin? Neden tekrar şarkı söylemeyesin? Son söylediğin şarkı sonuna doğru arabeske dönmüş olabilir. Tamam, ama bir sonraki neden uşşak makamında coşkulu bir şarkı olmasın ki? Gidenin daha iyisine yer açmak için gitmediğini nerden biliyorsun ki? Varsın kırılsın eskimiş plak. Ses sende… Müzik sende… Başrol sende… Sahne senin… Çık yeni bir şarkı söyle. 


                                                                                                                   Herhangibiri / 2016

28 Ağustos 2016 Pazar

Ben bugün 34 oldum...


3 ile 4'ü yanyana koydum, 34 oldum. Her sene mumları üflerken dilekler tuttum, hepsi gerçek olmadı ama olanlarla mutlu oldum. Şanslı kullardanım ben, bir sürü güzel insanla tanıştım, harika bir aileye sahip oldum. Üzüldüm bazen, kırıldım ama hiçbir zaman birisi için lanet okuyan biri olmadım. Topladım parçalarımı "olduğu kadar artık" dedim tekrar yola koyuldum. Yoruldum bazen dinlenmek istedim. Ama eninde sonunda hep devam ettim. Umutsuzluklarım oldu benim de zaman zaman, "buraya kadarmış" dedim. Sonra bir ışık göründü bir yerden, bir olay geldi başıma, biri çıktı karşıma yönümü yeniden buldum. Kadere inandım ama durup dururken şansın bana gelmesini de beklemedim. Bu hayatta en çok kendime güvendim. Ne birinden birşey istedim ne de ayağıma fırsat gelmesini bekledim. Sahip olduklarımı hep hediye bildim. Eskiden, ben küçükken zaman çabuk geçiyor dediklerinde pek anlamazdım ama bugün ben de dönüp bir baktım arkama... Zaman çabuk geçiyor... Zaman akıyor... Zaman beklemiyor... Beklememek, bekletmemek lazım. Görülecek yerleri gidip görmek, kimi seviyorsak değerini bilmek, bolca şükretmek lazım. Ben bugün 34 oldum. 35 yarısı mı benim yolumun bilemem ama epey bir zamanı geride bıraktım. Tam da şu an var olan herşey için bir kez daha şükürler olsun! Yanımdakileri Allah korusun, kalbimdekilere kavuştursun, özlemlerimi dindirsin, hayallerimi gerçekleştirsin... Ne kaldıysa yaşanacak geriye bana hiç keşke dedirtmesin! Ruh yaşım konusunda şüpheliyim ama inanır mısınız bilmem bana, ben bugün 34 oldum...


                                                                            Herhangibiri / 28.08.2016

27 Mayıs 2016 Cuma

Git çirkin kurbağa...

Git buradan çirkin kurbağa, artık istemiyorum seni. Oysa sen benim içindin. Gülüşün öpülmek içindi mesela. Boynun koklamak, saçların okşamak, yüreğin sevilmek için vardı. Ben seni sevdim diye hepsi de çok güzeldi. Sen benim herkese gülümseyerek anlattığım çirkin ama güzel kurbağamdın.

Ben en derindeki yaralarımı gösterdim sana. “Bak” dedim, “Hep buradan vurdular beni”. Ben seni öptüm, sen benim kahraman küçük prensim oldun, yarama dokundun, sonra sen öptün beni yaramdan. Sen öptükçe “İyileşiyorum” dedim. “Bu son kurbağa” dedim. Sonra bir gün geldi, sen de öptüğün yerden vurdun beni.

Ne yapayım? Az sevme bilmiyorum ki ben… Hep çok seviyorum. Zaten hep çok sevdiğimden bu kadar inciniyorum. İncitmemeliydin beni çirkin kurbağa. Çirkin diyorum ya oysa sen hep çok güzeldin bana…

Şimdi çık git artık yerleştiğin yerden çirkin kurbağa. İstemiyorum seni orada. Yaramla baş başa bırak beni. İyileştiririm ben kendimi. Oturma orada öyle. Sen haklıymışsın gibi da davranma. Hemen git buradan çirkin kurbağa.

Git diyorum ama dönsen desen ki “Ben hiç gitmek istemiyorum ki… Öp beni bir daha. Küçük prensin olayım, burada kalayım”. “Kal” derim belki… Oysa sen yoksun şimdi ve ben diyorum ki “Ama sen herhangi bir anda çıkıp gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez.*” Ben de bununla yaşayamıyorum. O yüzden kalk hemen git buradan çirkin kurbağa… İstemiyorum ben artık seni…



                                                                                                               Herhangibiri / 2016


*Küçük Prens / Antoine de Saint-Exupéry 
 Resim: Deniz Yıldırım

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Nefes almaktan vazgeçilir mi hiç?

Bağırabilirdim… Hıçkıra hıçkıra ağlayıp her şeyi kırıp dökebilirdim… Küfür de edebilirdim, hakaret de, sayısız beddua da… Hatta nefret bile edebilirdim… Ama etmedim… Hepsine hakkım vardı ama hiçbirini yapmadım. Çünkü bunlardan hiçbirinin sevilmiyor olmanın tuhaf duygusunu gidermeye faydası olmazdı. Sustum ben de o yüzden… Öylece sustum… Sustum ve sessizce bir köşede durup geçmesini bekledim. Yazmadım da… Yazamadığımdan değil ama gereksiz buldum sanırım yazmayı da… Bekledim… Bekledim…

Ben hiç küsmedim hayata, yine küsmedim. Şimdiye kadar hiç odalara kapatmadım kendimi, yine kapatmadım. Dışarı çıktım, çok sevdiğin denize baktım… Güneşe baktım… Buluta baktım… Yağmura baktım… Uzaklardan senden bir haber getiriyormuşcasına aheste aheste süzülerek gelen kuşlara baktım… Her gece senin de aynı gökyüzüne baktığını düşünerek aya baktım… Ağladım da elbet… Kalbimin kırık parçasına avucumu bastırdım geceleri, gözyaşlarımla yastığı ıslattım… Özledim, silmeye kıyamadığım fotoğraflarına baktım… Bakarak uykuya daldım. Sonra sabah oldu, Allah görecek gün, alacak nefes verdi, yine uyandım. Kaldığım yerden yine hayata karıştım.

Güldüm de tabi ki… Biri beni sevmeyi seçmedi diye ben beni seven diğer insanları gülüşümden mahrum etmedim. Öylesine de gülmedim… Şimdiye kadar yaptığım her şeyin hakkını verdiğim gibi gülmenin de hakkını verdim.

Şarkı da söyledim, hayal de kurdum, kitap da okudum, zaman zaman seni de düşündüm… Hatta bazı anlar deli gibi özledim de... Ama yine de bunları yaparken yazmadım, yazamadım. Ne sana, ne kendime, ne hayata, ne geleceğe yazamadım. Bekledim… Bekledim…


Sonra bir şey oldu. Bir ışık gördüm… Gerçekten bir ışık tetikledi beni. Takvime baktım, bir ayı geçmişti. Şaşırdım… Zaman yanıltıcıydı. Hiç geçmemiş gibi ama su gibi de akıp gitmiş gibi… Yazmaksa benim için nefes gibiydi... Sonra yine ışığa baktım, denize baktım, bitmeye yüz tutmuş günde kafamı kaldırıp göğe baktım… Yazmalısın dedim, yazmalı… Yazdıkça dökeceksin içini, döktükçe hafifleyeceksin, hafifledikçe kendine geleceksin, kendine geldikçe yine seveceksin, sevdikçe güleceksin, güldükçe mutlu olacaksın, mutlu oldukça tekrar güvenebileceksin, güvendikçe huzuru bulacaksın ve huzuru buldukça daha çok yazacaksın… Birisi, sırf birisi yüzünden nefes alınmaktan vazgeçilmez… Vazgeçmeyeceksin…



                                                                                                                  Herhangibiri / 2016

22 Nisan 2016 Cuma

Hayat bu...


Hayat bu… Kararlar verirsin, tercihler yaparsın… Bazen de acı çekeceğini baştan bile bile kendine bi yol seçersin… Hatta bazen öyle anlar gelir ki kendini yalnız bile hissedersin… Ama her yeni yol yeni bi macera… Seni daha iyi bi yere götürüp götürmeyeceğini bilemezsin. Acıyı da sevincin gibi kabullenmelisin. 
Bazen yolun sonuna kadar gidersin… Bazen diğer yolu bıraktığına pişman olur, o yolu ister, döner, tekrar denersin. Her seferinde mutlaka yeni bir şey deneyimlersin. Yeni tecrübeler edinirsin. Her tecrübe ile biraz daha sen olur, kendi özüne dönersin. Hayattaki yollardan hiçbiri çıkmaz değil, hiçbiri mecburi istikametin değil ve hiçbiri dönülmez değil, bilmelisin…
Deniz var, güneş var, bulut var, rüzgar var, gökyüzü var, ay var, ”Yıldız” var… Bu sabaha uyandıysan eğer aldığın nefes var… Atan kalbin var… Ellerinin sıcaklığı, yanaklarının kırmızılığı, gözlerinin ışığı var… E o zaman demek ki umut da var… Gelecek günlerde mutluluk var… Çünkü hiçbir acı sonsuza kadar, hiçbir mutsuzluk mezara kadar, hiçbir yas ölene kadar sürmez… Yeter ki sen farkında kal, kendi gerçekliğinin içinde kal… 
Bırak bazen kalbin karar versin, gerektiğinde mantığın öne geçsin. Ama en güzeli ve en muhteşemi ikisi birbiriyle dans etsin. Üçünüzün birlikte aldığı kararlar seni hep mutlu etsin. Sonuç olarak Nazım Hikmet’in de dediği gibi: “Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri”.


Herhangibiri / 2016

18 Nisan 2016 Pazartesi

Aradığın cevaplar hep en basit yerlerde...

Yeni Cami’de oturmuş hayatı izlerken karşılaştım onlarla. Simit uzattılar bana “Al ye kızım” diyerek. Teşekkür ettim, istemedim önce ama amcalardan biri dedi ki “Al kızım al, zaten o kadar çok almış ki simidi, sen de sebeplen”. Bu kadar içten bir teklifi zaten ikinciye geri çeviremezdim. Uzattıkları yarım simidi alıp yemeye başladım, onlar da benim yanıma oturdular.

Hemen yanımdaki amca “Heyyy gidi günler” dedi. “Ben buraya 1949 yılında geldim, Sirkeci’de çalışmaya başladım. O zaman nasıl sakindi buralar. Bakırköy’e trenle dönerdik akşamları. Şimdi tren de yok” dedi. Meğer biri 83, diğeri 81 yaşındaymış. İnanamadım… Öyle dinç, öyle hayat doluydular ki… Bence benimle yaşıttılar. Bakırköy’de oturuyorlarmış. Hem de İstanbul’un şu anki bütün keşmekeşliğine, bütün betonarmeliğine rağmen hala iki katlı, bahçeli, müstakil bir evde yaşıyorlarmış. “Bahçede bir kiraz ağacım var, bütün mahalle doyuyor” dedi sakallı olan amca. “Ne güzel” dedim, “Çok kıskandım gerçekten, maşallah”. Zaten Mısır Çarşı’na bahçe için bir şeyler almaya gelmişler iki arkadaş. Biz sohbet ederken diğer amca insanların cami avlusuna attığı çöpleri toplamaya başladı. Sessizce, söylenmeden, kızmadan, çok asilce… Ama insanlar utanmadı yaşlı bir adamın yerlerdeki çöpleri toplamasından.

Nereli olduğumu sordular, onlar Nevşehirliymiş. İşimi, ailemi sordular. Sonra bana kendi İstanbul’larını anlattılar, arkadaşlarını, torunlarını anlattılar. Arada atışarak öyle tatlı konuşuyorlardı ki “Fotoğrafınızı çekebilir miyim?” diye sordum. “Ehhh hadi madem istiyorsun çek” dediler, çektim. Tekrar geçip oturunca “E hani bize göstermedin” dediler. Hemen gösterdim, çok beğendiler. “Ne güzel çekmişsin” dediler. “Siz çok güzelsiniz, ondan güzel çıktı” dedim. Utandılar…

Sonra “Biz artık kalkalım, ancak gideriz eve” dediler. “Tamam” dedim. Ellerini öpmedim, tokalaştık. Çünkü biz artık arkadaştık. Tam iki adım atmışlardı ki sakallı olan amca geri döndü. “Sevgilin falan var mı senin?” diye sordu. “Yok” dedim. “Neden ki?” dedi. “Bilmem ki amcacım, kısmet” dedim. “Bak” dedi, “Öyle eften püften insanlara açma kalbini. Kıymetini bilen olsun senin yanında. Seni, senin onu sevdiğinden daha çok sevsin. İnsan olsun, adam olsun, bir gün öyle, bir gün böyle olmasın,  dediği ile yaptığı bir olsun,  dik dursun yanında, baş tacı etsin seni, senin adını mutluluğa versin. Belli, sen iyi yetiştirilmiş, çok iyi, çok güzel bir kızsın. Hayat göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, kalbini kırdırtma kimseye. Koru onu…” dedi. Elini tuttum, avucumun içine aldım, sıktım iyice. Gözlerim doldu, bir şey diyemedim. Onlar el sallayıp gittiler, ben orada bir süre daha oturdum.


Gökyüzüne baktım, etrafta fotoğraf çeken, sohbet eden, konuşan, koşturan insanlara baktım. Düşündüm… Hayat hep bir işaret gönderiyor bize. Kafam karışık dediğin anda mesajını sana bir yolla iletiyor. Sen duyarsın, duymazsın… Mesajı alırsın, almazsın bilemem. Ama cevaplar hep en basit yerlerde duruyor.




                                                                                                       Herhangibiri / 2016

15 Nisan 2016 Cuma

Aşkı Cemal Süreya ile sevdim...

Aşkı Cemal Süreya ile sevdim ben. Onun gibi ince ruhlu olmak istedim, naif, kısa, net, açık olmak istedim hep… Özlediğimde onun dizelerinden ilham aldım. “Özledim… Söyleyeceklerim bu kadar, kısa ve derin” dedim. Daha fazlasına gerek duymadığım gibi hiçbir zaman da gizlemedim. Çünkü bana göre özlediyse söylemeliydi insan, gizlememeliydi. Çünkü “Hayat kısa, kuşlar uçuyor”du. Çünkü üstat bana “Özlemek, ölmekten iki harf fazla be çocuk” dese de bence özlemek de özlenmek kadar güzeldi.

Yeri geldi uzaktan sevdim ben, sessizce, beklentiye girmeden. Buğulu camlara yazdım “Uzaktan seviyorum seni. Kokunu alamadan, boynuna sarılamadan, yüzüne dokunamadan. Sadece seviyorum” diye… Zaten insan sevince sadece severdi böyle… Yargılamadan, değiştirmeden, hırpalamadan… Çünkü “Gerçekten seven insan hiçbir şeyi mazeret etmemeli. Seviyorsa söyleyebilmeli söyleyemiyorsa sevmiyordur, bitti…” demişti üstat. Benim kalbimde çok ama çok sevgi vardı. O sevgiyi vermek istedim, kalbine dokunup sevgilinin “Üşüdüysen söyle sevgilim, seni bir kat daha seveyim” demek istedim.

Her kalbim kırıldığında üstadın şu sözlerini hatırladım ben: “Bazı adamlar incitmeden sevemezdi… Kırardı, dökerdi, yangınlar bırakırdı arkalarında… Bazı adamlarsa, tüm geçmişi unutturur, parmak uçlarından öperdi.” Ben Cemal Süreya’nın verdiği umuttaki o bazılarının içindeki adam’ı  bekledim. İstedim ki gelip desin ki “Ben senin sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım… Biri bitse biri kalır, seni hiç bırakmayacağım.” Çünkü gerçekten birine güvenmek istedim.

Sonra “Peki ya sizin hiç fotoğrafını açıp yüzünün en ince ayrıntısı kadar incelediğiniz biri oldu mu?” diye sordu bana Cemal Süreya, oldu dedim. Aşkı hep bir yol bildim ben dedim. O zaman dedi k, üstat bana, git de ki o sevgiliye, “Sana yolculuk yapmak istiyorum. Kes yüreğinden bir bilet “can” kenarı olsun”. Hiç gocunmadım bundan, gittim onu da söyledim.

Bazen küstüğüm de oldu elbet aşka. Ama hiçbir zaman uzun sürmedi. Çünkü “Günlerce konuşmaz, yazmaz, aramaz, sormaz, sonra gelir bir merhaba der yine o kazanır”dı.

Mutlu olmak için çok şey de istemedim aslında ben ama belki de istemeliydim. Ben bunları düşünürken üstat oturduğu yerden mırıldandı bana “Mutluluk nasıl dayanıksız” diye. Çünkü en mutlu hissettiğimiz anlarda düşmüştük hep mutsuzluğa. Baktı yüzüm asıldı, tuttu elimden “Biz kırıldık, daha da kırılırız ama katil de bilmiyor öldürdüğünü” dedi.


Nerede hata yaptığımı sordum üstada. Gülümsedi. “Hasret kaldık yüreği güzel insanlara” dedi. Yine haklıydı… Çünkü;  “Ağlıyordum, o gidenler “Sen iyi bir insansın” diyordu. Ve hiçbiri de aslında iyi insan sevmiyordu.”



                                                                                                               /Herhangibiri/


Not: Parantez içindeki sözler Cemal Süreya'ya aittir.

1 Nisan 2016 Cuma

Hediye...

Hayat dediğin şey inişli çıkışlı, dolambaçlı, sürprizlerle dolu. Mesela öyle bir an geliyor ki bazen umutsuzluktan yoruluyorsun. Tutunacak bir dal arıyorsun kendine, bir neden… Bekliyorsun, bekliyorsun, sabrediyorsun… Arada deniyorsun, yeniliyorsun, bir daha deniyorsun, bir daha yeniliyorsun. Sonra bir an o beklediğin anın hiç gelmeyeceğini sanıp kendini koyuveriyorsun. İşte o zamanlarda günü kurtarmak için yaşamaya başlıyorsun. Anı dolduruyor, günü yaşıyor, gece yatağa yattığında hiçbir şey düşünmeden uykuya dalıyor, ertesi gün bir önceki günün tekrarını yaşıyorsun.

Günler geçip gidiyor. Mevsimler birbirini kovalıyor. Belki neyi beklediğini bile hatırlamaz oluyorsun. Herkes sana imrenirken sen aslında içinde, ta en derinde bambaşka şeyler yaşıyorsun. İşte tam da o anlardan birinde hayat yön değiştirmeye başlıyor. Bir heyecan kaplıyor içini. Bir kıvılcım tutuşuyor. Silkeleniyorsun, kendine geliyorsun, tekrar kim olduğunu hatırlıyor, hayata yeni bir merhaba diyorsun.

Bir sır veremem sana. Hayatın anlamı bu diyemem. Ama bildiğim bir şey var ki en güzel hediyeler bittim dediğin ve en beklemediğin anlarda geliyor. Daha da iflah olmam dediğin en kara kışları yaşarken, hayat ansızın baharı getiriyor içine, seni tazeliyor.  Yeni yerler, yeni yüzler, yeni insanlar, yeni bilgiler, yeni heyecanlar sunuyor. Yeri geliyor daha önce yaran olanı sana ilaç olarak hediye ediyor. Kahverengi dallarında pembe pembe çiçekler açtırıyor. Kalbin bile bir başka atıyor. Herkesle aynı sabaha uyansan da senin sabahın daha aydınlık oluyor. Sen, tek bir nedene bile razıyken hayat sana birden fazla neden sunuyor. “Yeterince sabrettin, al, doya doya yaşa” diyor.


Yerinde olsam vazgeçmem içten dua etmekten… Usanmam umut etmekten ve tekrar tekrar denemekten… Geri kalmam hayallerimden… Ve korkmam yeniden sevmekten…


                                                                                                   Herhangibiri / 2016

6 Mart 2016 Pazar

Bu sessiz bir vedaydı...



Bir yol var vardı önünde. O yola çıkmayı çok istiyordu. Başında duruyor, öylece bakıyordu. Yol önünde dümdüz bir ova gibi uzanıyordu. Ama o bu yola zaten yabancı değildi. Daha önce de bu yolda yürümeyi denemişti. Ne zaman bir adım atsa bu yolda, yönünü kaybediyordu. Bu kez öyle olmayacaktı, buna inanmak istiyordu.

Şimdi bir kez daha bütün hazırlıkları tamamdı. Saati ona kurulu, rotası ona çizili, kalbi ona hazırdı. Bu yolda bu sefer aradığı huzuru bulacağına inanmıştı. Bir tek yürümek kalmıştı ki bunun için de ayakları zaten kendiliğinden koşar adımdı.

Etrafına bakındı. Hava sakin, deniz durgun, varmak istediği hedef yakın gibiydi. Yani şartlar çok uygundu. Yürümeye başladı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü... Günler, geceler sürdü yürüyüşü. Arada puslansa da hava, o, bozmadı moralini. Durdu, dinlendi, derin bir nefes aldı, devam etti yoluna. Bazen de o düz yol, nerden çıktığını anlamadığı dikenlerle doldu. Battı dikenler, canını acıttı, kalbini kanattı... Aldırmadı, yine yürüdü... Vazgeçmedi yolundan.

Yürürken aklında düşünceler vardı. Bu yol bu kadar uzun sürmemeliydi aslında. Kaç gündür yürüyordu acaba? Düşündü, bulamadı. Çoktan gelmiş olması gerekiyordu. Kendi kendine biraz dinlensem mi dedi, sonra vazgeçti. Bir an önce varmalıydı. O, orada bekliyordu. Biliyordu, vardığında yorgunluk da kalmayacaktı.

İleriye baktı. Görüyordu... İşte oradaydı. Çok yorulmuştu artık. Yorgunluk sorun değildi de, neden bir türlü varamıyordu? Koşmaya başladı birden. Gözlerini hedefe dikti ve oradan ayırmadan koştu. Nefesi kesilene kadar koştu. Dizlerinde derman kalmayana kadar koştu. O koştukça ufka doğru uzadı yolun sonu. O yaklaştıkça uzaklaştı beklediğini sandığı.

Korktu... Kendini sırt üstü yere bıraktı. Hızlı hızlı nefes alırken bulutlara baktı. Kendini dengelemek için iyot kokusunu soludu. Gözlerini kapadı... İşte tam da o an bir aydınlanma yaşadı. Aniden fırladı, kalktı yattığı yerden. Uzaktakine baktı son bir kez. Son kezdi evet, emindi bundan. Sessizce vedalaştı onunla. Bu, tek taraflı bir vedaydı. Çünkü aslında beklediğini sandığı hiç o noktada olmamıştı. Arkasını döndü, geldiği yere doğru hızlı hızlı geri yürümeye başladı. Bu sefer kendine doğru yürüyordu. Bir daha da bu yolda yürümeyi denemeyecekti. Çünkü anlamıştı, artık emindi bundan... Ne yazık ki o’na giden bütün yollar tıkalıydı.

 

                                                                                                               Herhangibiri / 2016 


Fotoğraf: Buğra Şahin

3 Mart 2016 Perşembe

Yok olursun

                                                          Başkasına umut olursun.
                                                          Neşe olursun.
                                                          Moral olursun.
                                                          Anı olursun.
                                                          Yol olursun.
                                                          Yeri gelir hayat olursun.
                                                          Ama öyle bi an gelir ki,
                                                          Sıra kendine geldiğinde elinden bişey gelmez,
                                                          Yok olursun...


                                                                                                                  Herhangibiri / 2016 

24 Şubat 2016 Çarşamba

Kadın olduğum için korkuyorum


Kaç gündür aynı fotoğrafa bakıyorum. Her seferinde de lise yıllarıma geri dönüyorum. Ne çok severdim ben okulu. Özellikle de matematik öğretmenimin yeri ayrıydı bende. Bütün okul sınavlarda zor sorular sorduğu için sinir olurdu, ben yine de severdim, güvenirdim. O da sağolsun yüzümü asık görse ilgilenirdi neyin var diye. Üniversite sınavından bir gün önce aramıştı evi öğretmenim, başarılar dilemişti, dünyaları bana vermişti. Hala da görüşürüm kendisiyle. Belki yüzünü görmeyeli uzun yıllar oldu ama ben her bayramda, her öğretmenler gününde, hatta her babalar gününde hatırlarım onu. Kısa da olsa yazarım, o da cevapsız bırakmaz beni.


Şimdi dönüp tekrar fotoğrafa bakıyorum. Hayaller var o fotoğraftaki kızın gözlerinde... Artık olmayan, solmuş hayaller. Kendini en çok güvende hissetmesi gereken bir yerde, en çok güvenmesi gereken insanlardan biri tarafından koparılmış bir çiçek o.


Mezun olacaktı o. Belki avukat, belki doktor, belki hemşire hatta belki de öğretmen olacaktı. Sonra aşık olacak, sevgili olacaktı. Günün birinde özenerek seçtiği gelinliğiyle eş olacaktı. Zamanı geldiğinde anne olacaktı. Olamadı...


O kıymadı canına, onun canına kıyıldı... Adını duyduğumuz ya da duymadığımız, bazen üçüncü sayfada görüp içimiz kararmasın diye okumadığımız haberlerdeki nice kadın gibi, kadın olduğu için kıyıldı o’na.


Kadın olmak ne kadar güzel, ne kadar kutsal birşey oysa. Bu hayattaki en büyük mucize doğurmak, dünyaya bir canlı getirmek değil mi? Bu kadar büyük bir mucize kadına verilmemiş mi? 


Kadın, evlat olur, arkadaş olur, sevgili olur, eş olur, anne olur... Kadın yeri gelir imkansız denen şeylerin imkanı olur. Bütün gün koşturur durur da akşam oldu mu yine de evin neşesi olur. Kadın, narin görünür ama zorluklar karşısında çelik gibi olur. Anne babasına yaşlandıklarında kucak, eşine destek, çocuklarına siper olur. Kadın, doğurarak bu hayatın devamı olur.


Böyle bir mucize verilen, bu kadar zor şeyi başarabilen bir varlığa tek bir gözle bakmak ise nasıl bir acizliktir? Kadını sadece cinsellikle bağdaştırmak, ona bakınca mucize yerine bir çift meme görmek nasıl bir sığlıktır? 


Kadına tecavüz edilir, kadın dövülür, kadın bazen hiç istemediği bir hayata sürüklenir, kadın laf dinlemezse öldürülür. Sonra katiline, tecavüzcüsüne, azmettiricisine mahkemede kravat taktı ya da hapiste rahat durdu diye saygınlık indirimi verilir. Onlar devam eder de hayatına kaldığı yerden kadının hayatı alınır kolayca elinden.


Kadın olmak bir şeref, kadın olmak çok güzel ama kadın olmak çok zor bu hayatta. Tacize uğrarsın tacizcinin ahlaksızlığına suç bulunmaz da kapalı giyinseydin derler. Dayak yersin, dövene suç bulmazlar da laf dinleseydi derler. İstemediğin bir hayatı yaşamayı red edersen, susturur, babandır, abindir, kocandır, dinleyeceksin derler. 


Her bir olayda hatırlıyoruz bunları, konuşuyoruz, susma diyoruz... Ama her an birisi daha ekleniyor bu solan çiçeklerin arasına. Biz de burada böyle fotoğraftaki gözlerine bakıp acısını paylaşırken, elimizden kolumuz bağlı duruyoruz. Okumakla kazanılmıyor gördüğünüz gibi ahlak... Çocuklarımızı ruh sağlığı ve ahlakı yerinde bireylere gönül rahatlığıyla teslim edebilmek için öyle bireyler yetiştirmemiz gerekiyor. Ahlak sonradan kazandırılamıyor. Eğer erkek çocuğunuza, kalbini kırdığı bir kadın için elinin kiri diyorsanız, işte zaten olay orada bitiyor. O mantıkla büyüttüğünüz erkek çocuğu bunu beynine kodluyor ve  kadınlara elinin kiri gözüyle bakıyor. Oysa ortada tek kir var, o kir de böyle yetişen erkeklerin beyninde, vicdanında, ellerinde...


Yapmayın.. Etmeyin... Kırmayın kadınları, yok saymayın, zulmetmeyin, öldürmeyin... Yapmayın, yalvarıyorum... Çünkü ben bugünlerde en çok kadın olduğum için korkuyorum...



                                                                                                                   Herhangibiri / 2016 


Fotoğraf: İnternet kaynağı

23 Şubat 2016 Salı

Yokluğunu öpüyorum

Gece ıssız... Gece karanlık... Gece sensizlik demek... Gündüz oyalarım da kendimi hayat ile, gece yokluğun demek.

Ben her gece hayaline koyuyorum başımı, yorgan yerine hasretine sarılıyorum, özlemini kokluyorum... Zaten en çok da kokunu arıyorum.

Bu gece de farksız diğerlerinden. Öyle sessizce duruyorum ve geçmesini bekliyorum. Geçecek de, biliyorum... 

Sonra bir kağıt, bir kalem alıyorum elime, yazmaya başlıyorum. İçimde kalan ne varsa yazıyorum. Sen okusan da okumasan da yazıyorum. “Kime yazıyorsun?” diye soruyorlar, “Ben hep aşka gelip aşk’a yazıyorum” diyorum. 

Bir an duruyorum, öyle çok özlüyorum ki seni... İnsan özlemekten yorulur mu? Ben, yorulduğumu hissediyorum. Kalemimi bırakıyorum, gözlerimi usulca kapıyorum, yokluğunu öpüyorum ve uyuyorum. Yarın sabah yine gelmeyeceksin, biliyorum...


                                                                                                            Herhangibiri / 2016 

17 Şubat 2016 Çarşamba

Kadın susarsa...

Bir kadın susuyorsa bil ki bu ne susmayı öğrendiğindendir, ne sana boyun eğdiğindendir ne de acizliğindendir. Kadın susuyorsa bil ki o artık bütün cümlelerini tüketmiştir ve bir şeyleri geride bırakmak üzeredir. Kadın ancak vazgeçmeye karar vermişse sessizleşir. Usul usul çıkar hayatından, seni sen farketmeden kimsesizleştirir.


Bir kadın unutmaya karar vermişse seni, dönüp arkasına bakmaz bile. Çünkü sen anlamamışsındır belki ama o yeterince beklemiş ve sana gerekli bütün şansları tanımıştır aslında.


Bir kadın artık sana, senin ona aşık olmana neden olan gülümsemesini sunmuyorsa bil ki artık seni sevmiyordur. Çünkü kadının en güzel yüz ifadesi aşk dolu gülümsemesidir.


Bir kadın sabır nedir çok iyi bilir. Sabreder, bekler ama gitme vaktinin geldiğini anladığı anda da asla tutamazsın onu yanında.


İşte bu yüzden kork kadının sessizliğinden! Çünkü o sustuğu anda, sen kaybetmişsindir aslında.


                                                                                                              Herhangibiri / 2016

9 Şubat 2016 Salı

Sensizlik

Sensizliğin sesi diye birşey var biliyor musun? Herşey, herkes susar etrafında, bir tek kalbinin sesi kalır duyabildiğin. Ben de şimdi tam burada, sensizlikle yanyana oturmuş sensizliğin sesini dinliyorum. Senin sesin olmayan hiçbir sesi duymak istemiyorum.


Gözlerimi kapatıyorum, elimi uzatıyorum, sensizliğe tutunuyorum. İçinde sen geçtiğin için ben, sensizliği bile seviyorum.


Bir şarkı mırıldanmaya başlıyorum, sensizliğe söylüyorum:


“Gidelim buralardan dayanamıyorum.

 Gidelim buralardan unutamıyorum.”


                                                                                                           Herhangibiri / 2016

2 Şubat 2016 Salı

O an



Yüzümdeki her bir iz yaşadığım bir tecrübeden hatıra bana. Göz kenarlarımdaki çizgiler mutlu olduğum anların sayısı mesela. Alnımdakiler düşüncelere daldığım zamanlardan kalanlar. Dudak kenarımdakiler susup içime attıklarım, çenemdekiler kahkahalarım.


Ellerime bakın mesela. Onlar da konuşuyorlar aslında. Hayata tutundum ben bu ellerle. Tabi ki her zaman kolay değildi. Yine de ben sıkı sıkı sarıldım hayata, hiç vazgeçmedim. Belki gençliğimdeki hayallerin bir çoğunu gerçekleştiremedim ama çok şey öğrendim.


Şimdi uzaklara dalıp gitmiş bu gözlerden anlatayım mı hayatı sana?


Aslında hayatta tek önemli olan içinde olduğun o an’dır. Üşüyorsan ısınmak, açsan doymak, yorgunsan uyumak,  üzgünsen ağlamak, özlediysen sarılıp koklamaktır önemli olan. Plan yapmazsın, kurgulamazsın ve aslında durup düşünsen böyle çok daha rahatsın.


Zaman zaman hepimizin başını alıp uzaklara gitmek ve basit bir hayat yaşamakla ilgili hayalleri işte bu yüzdendir. Çünkü durmadan gelecek ile ilgili planlar yapmak yorucudur. Geleceğin gelip gelmeyeceğini bilemezsin. Geçmişte kalanları da geri getiremezsin. Ama an senindir. O an istediğini yapabilmek senin için ölüm gelene kadar durmadan yeniden verilen bir hediyedir.


Hayat dediğin aslında tam olarak neyi gerektirir ki? Sağlığın yerindeyse, karnın toksa, yatacak yerin varsa, bir de sevdiğin insanlar yanındaysa çok da fazla kasma.


Yüzündeki her çizgiyi sev... Sıkı sıkı tutun hayata, asla vazgeçme... Ve an’ın içinde kal... An’ı yaşa...


                                                                                                            Herhangibiri / 2016

25 Ocak 2016 Pazartesi

Sensiz ben



Günaydın sevgilim...
Bu sabah da seni özleyerek başladım güne, tıpkı dün sabahki gibi.
Yüzümü yıkarken aynada kendime baktım uzun uzun.
Senin her zaman öptüğün yere dokundum parmak uçlarımla.
Gözlerimi kapadım bir an, o anı içime çektim.
Aceleyle çıktım evden, vapura yine zor yetiştim.
Kahvaltı yapma adetini hala edinemedim ama martılarımızı ihmal etmedim.
Bir simit aldım yarısını ya yedim ya yemedim.
Soğuğa aldırmadan güvertede oturdum bir köşeye, sessizce ağladım.
Vapurun sireni eşlik etti göz yaşlarıma, çıkardım fotoğrafına baktım.
Ben sensiz Boğaz’sız İstanbul gibiyim...
Müziksiz Taksim, Cadde’siz Kadıköy,  kumpirsiz Ortaköy gibi...
Tıpkı balıksız rakı, rakısız fasıl gibi...
Anlayacağın bu aralar pek tadım da yok gibi.
Yaşamıyor musun dersen yaşıyorum tabi ki...
Ama ben bu sabah yine çok özledim seni.


                                                                                                    Herhangibiri / 2016

17 Ocak 2016 Pazar

Yağmurları sev


Camın önünde durmuş geceden beri hiç durmadan yağan yağmuru izliyordu. Damlalar camın üzerinden aşağıya doğru dans ederek iniyordu. Başka hiçbir şey düşünmüyordu, sadece su damlalarına bakıyordu. Birbirlerine değmeden, ayrı ayrı ama yine de büyük bir uyum  içerisinde hareket ediyorlardı. Tıpkı hayat gibi...


Sonra başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Gri bulutlar kaplamıştı her yeri. Yine de arkasında güneş olduğunu biliyordu. Bulutlar eninde sonunda gidecek, yağmur dinecek, güneş yüzünü gösterecek ve yeryüzü ile birlikte kalpleri de ısıtacaktı.


Hayatın dengesi hiç şaşmazdı. Her gece aydınlığa kavuşur, her kışın ardından bahar gelir ve hiçbir acı da sonsuza kadar sürmezdi.


O da kendini hafiflemiş hissediyordu. Galiba bir yerlerde okumuştu. Bir rivayete göre yağan yağmurun altında durulduğunda  -eğer kalpten dilenirse- insanın ruhundaki sıkıntılarda yağmur ile birlikte bedenden akıp gidermiş. Aslında ıslanmayı hiç sevmezdi ama yine de denemeye karar verdi. Ani bir kararla üzerine birşey geçirdi ve şemsiyesini almadan dışarıya fırladı. Yüzünü gökyüzüne çevirip yağmurun kendini ıslatmasına izin verdi. İşin garibi kendini çok huzurlu hissetti. Evet, gerçekten kalpten istiyordu ruhunun huzur bulmasını ama inanış doğru olabilir miydi? Sonra durdu ve kendine “Ne farkeder ki?” dedi. Önemli olan onun ne hissettiğiydi. 


Yüzünde gülümseme mi vardı? Evet, galiba vardı. Etraftan geçenlerin ona biraz garip baktıklarını gördü ama umursamadı. Islanmayı sevmemesine rağmen eve girmek istemedi. Biraz daha, biraz daha ıslandı. Orada öyle ne kadar durdu bilmiyordu ama tenine değen her damlada kalbine ve ruhuna dolan huzur için şükretti. 
 

Aslında ıslanmak ne kadar da güzeldi. Üzüldü, bugüne kadar hiç bilememişti. O hep güneşi daha da çok sevmişti. Ama artık biliyordu, bugünden sonra yağmurları da çok sevecekti...


                                                                                                           Herhangibiri / 2016