18 Nisan 2016 Pazartesi

Aradığın cevaplar hep en basit yerlerde...

Yeni Cami’de oturmuş hayatı izlerken karşılaştım onlarla. Simit uzattılar bana “Al ye kızım” diyerek. Teşekkür ettim, istemedim önce ama amcalardan biri dedi ki “Al kızım al, zaten o kadar çok almış ki simidi, sen de sebeplen”. Bu kadar içten bir teklifi zaten ikinciye geri çeviremezdim. Uzattıkları yarım simidi alıp yemeye başladım, onlar da benim yanıma oturdular.

Hemen yanımdaki amca “Heyyy gidi günler” dedi. “Ben buraya 1949 yılında geldim, Sirkeci’de çalışmaya başladım. O zaman nasıl sakindi buralar. Bakırköy’e trenle dönerdik akşamları. Şimdi tren de yok” dedi. Meğer biri 83, diğeri 81 yaşındaymış. İnanamadım… Öyle dinç, öyle hayat doluydular ki… Bence benimle yaşıttılar. Bakırköy’de oturuyorlarmış. Hem de İstanbul’un şu anki bütün keşmekeşliğine, bütün betonarmeliğine rağmen hala iki katlı, bahçeli, müstakil bir evde yaşıyorlarmış. “Bahçede bir kiraz ağacım var, bütün mahalle doyuyor” dedi sakallı olan amca. “Ne güzel” dedim, “Çok kıskandım gerçekten, maşallah”. Zaten Mısır Çarşı’na bahçe için bir şeyler almaya gelmişler iki arkadaş. Biz sohbet ederken diğer amca insanların cami avlusuna attığı çöpleri toplamaya başladı. Sessizce, söylenmeden, kızmadan, çok asilce… Ama insanlar utanmadı yaşlı bir adamın yerlerdeki çöpleri toplamasından.

Nereli olduğumu sordular, onlar Nevşehirliymiş. İşimi, ailemi sordular. Sonra bana kendi İstanbul’larını anlattılar, arkadaşlarını, torunlarını anlattılar. Arada atışarak öyle tatlı konuşuyorlardı ki “Fotoğrafınızı çekebilir miyim?” diye sordum. “Ehhh hadi madem istiyorsun çek” dediler, çektim. Tekrar geçip oturunca “E hani bize göstermedin” dediler. Hemen gösterdim, çok beğendiler. “Ne güzel çekmişsin” dediler. “Siz çok güzelsiniz, ondan güzel çıktı” dedim. Utandılar…

Sonra “Biz artık kalkalım, ancak gideriz eve” dediler. “Tamam” dedim. Ellerini öpmedim, tokalaştık. Çünkü biz artık arkadaştık. Tam iki adım atmışlardı ki sakallı olan amca geri döndü. “Sevgilin falan var mı senin?” diye sordu. “Yok” dedim. “Neden ki?” dedi. “Bilmem ki amcacım, kısmet” dedim. “Bak” dedi, “Öyle eften püften insanlara açma kalbini. Kıymetini bilen olsun senin yanında. Seni, senin onu sevdiğinden daha çok sevsin. İnsan olsun, adam olsun, bir gün öyle, bir gün böyle olmasın,  dediği ile yaptığı bir olsun,  dik dursun yanında, baş tacı etsin seni, senin adını mutluluğa versin. Belli, sen iyi yetiştirilmiş, çok iyi, çok güzel bir kızsın. Hayat göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, kalbini kırdırtma kimseye. Koru onu…” dedi. Elini tuttum, avucumun içine aldım, sıktım iyice. Gözlerim doldu, bir şey diyemedim. Onlar el sallayıp gittiler, ben orada bir süre daha oturdum.


Gökyüzüne baktım, etrafta fotoğraf çeken, sohbet eden, konuşan, koşturan insanlara baktım. Düşündüm… Hayat hep bir işaret gönderiyor bize. Kafam karışık dediğin anda mesajını sana bir yolla iletiyor. Sen duyarsın, duymazsın… Mesajı alırsın, almazsın bilemem. Ama cevaplar hep en basit yerlerde duruyor.




                                                                                                       Herhangibiri / 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder