Yeni Cami’de oturmuş hayatı
izlerken karşılaştım onlarla. Simit uzattılar bana “Al ye kızım” diyerek.
Teşekkür ettim, istemedim önce ama amcalardan biri dedi ki “Al kızım al, zaten
o kadar çok almış ki simidi, sen de sebeplen”. Bu kadar içten bir teklifi zaten
ikinciye geri çeviremezdim. Uzattıkları yarım simidi alıp yemeye başladım,
onlar da benim yanıma oturdular.
Hemen yanımdaki amca “Heyyy gidi
günler” dedi. “Ben buraya 1949 yılında geldim, Sirkeci’de çalışmaya başladım. O
zaman nasıl sakindi buralar. Bakırköy’e trenle dönerdik akşamları. Şimdi tren
de yok” dedi. Meğer biri 83, diğeri 81 yaşındaymış. İnanamadım… Öyle dinç, öyle
hayat doluydular ki… Bence benimle yaşıttılar. Bakırköy’de oturuyorlarmış. Hem
de İstanbul’un şu anki bütün keşmekeşliğine, bütün betonarmeliğine rağmen hala
iki katlı, bahçeli, müstakil bir evde yaşıyorlarmış. “Bahçede bir kiraz ağacım
var, bütün mahalle doyuyor” dedi sakallı olan amca. “Ne güzel” dedim, “Çok
kıskandım gerçekten, maşallah”. Zaten Mısır Çarşı’na bahçe için bir şeyler
almaya gelmişler iki arkadaş. Biz sohbet ederken diğer amca insanların cami
avlusuna attığı çöpleri toplamaya başladı. Sessizce, söylenmeden, kızmadan, çok
asilce… Ama insanlar utanmadı yaşlı bir adamın yerlerdeki çöpleri
toplamasından.
Nereli olduğumu sordular, onlar
Nevşehirliymiş. İşimi, ailemi sordular. Sonra bana kendi İstanbul’larını
anlattılar, arkadaşlarını, torunlarını anlattılar. Arada atışarak öyle tatlı
konuşuyorlardı ki “Fotoğrafınızı çekebilir miyim?” diye sordum. “Ehhh hadi
madem istiyorsun çek” dediler, çektim. Tekrar geçip oturunca “E hani bize
göstermedin” dediler. Hemen gösterdim, çok beğendiler. “Ne güzel çekmişsin”
dediler. “Siz çok güzelsiniz, ondan güzel çıktı” dedim. Utandılar…
Sonra “Biz artık kalkalım, ancak
gideriz eve” dediler. “Tamam” dedim. Ellerini öpmedim, tokalaştık. Çünkü biz
artık arkadaştık. Tam iki adım atmışlardı ki sakallı olan amca geri döndü.
“Sevgilin falan var mı senin?” diye sordu. “Yok” dedim. “Neden ki?” dedi. “Bilmem
ki amcacım, kısmet” dedim. “Bak” dedi, “Öyle eften püften insanlara açma
kalbini. Kıymetini bilen olsun senin yanında. Seni, senin onu sevdiğinden daha
çok sevsin. İnsan olsun, adam olsun, bir gün öyle, bir gün böyle olmasın, dediği ile yaptığı bir olsun, dik dursun yanında, baş tacı etsin seni, senin
adını mutluluğa versin. Belli, sen iyi yetiştirilmiş, çok iyi, çok güzel bir kızsın. Hayat göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, kalbini
kırdırtma kimseye. Koru onu…” dedi. Elini tuttum, avucumun içine aldım, sıktım
iyice. Gözlerim doldu, bir şey diyemedim. Onlar el sallayıp gittiler, ben orada
bir süre daha oturdum.
Gökyüzüne baktım, etrafta
fotoğraf çeken, sohbet eden, konuşan, koşturan insanlara baktım. Düşündüm…
Hayat hep bir işaret gönderiyor bize. Kafam karışık dediğin anda mesajını sana
bir yolla iletiyor. Sen duyarsın, duymazsın… Mesajı alırsın, almazsın bilemem.
Ama cevaplar hep en basit yerlerde duruyor.
Herhangibiri / 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder