31 Aralık 2015 Perşembe

Bu yıl senin yılın olsun ve Allah kalbini korusun...



Yeniden başlamak için bir işaret bekliyorsan eğer bugünü belki de kendine milat kabul etmelisin. Arkanı dönüp yürüyüp gidebilmelisin bazen. Seni üzen, kıran, döken, yoran ne varsa, kim varsa geride bırakabilmelisin.

Kendin olmayı öğrenmelisin. Kendine yetmeyi, kendinle mutlu olmayı, kendine güvenmeyi... Zaten en çok da kendini sevmelisin. Birileri yine gelir gider, misafir olur hayatına ama sen yalnızlığını da sevmelisin.

Başına bir sürü şey gelebilir. Bazısı muhteşem hissettirir bazısı da seni dibe çekebilir. Ama sen en kötüsünü yaşadığını düşündüğünde bile daha kötüsü olduğunu da hatırlamalısın. Acı da mutluluk kadar insana dair, sen de acını çekip sonra kaldığın yerden hayatına devam edebilmelisin. Ve her zaman şükretmelisin...

Bazen de olduğun yeri beğenmeyebilirsin. İşte o zaman yerini değiştirecek gücün elinde olduğunu hatırlamalısın. Bazen de bakış açını değiştirebilmelisin. İnatlaşmamalısın çok fazla dünyayla…

Dünden ders almalı ama bu kadar da düşünmemelisin. Yarın için de belki bu kadar endişelenmemelisin.

Ne olursa olsun, ne yaşarsan yaşa, başına ne gelirse gelsin her zaman yeniden umut etmeli, yeniden hayal kurmalı, yeniden sevmeli, yeniden güvenmeli, yeniden yürümelisin. Geride bıraktıklarına üzülmek yerine elinde, yanında olanların kıymetini bilmeli ve yeni gelecek olanlara yer vermelisin.

Çık o hep ertelediğin ama gerçek sana doğru olan yola, arkana da hiç dönüp bakma. Olması gerekenler zaten yanında, olmamayı seçenler de artık sadece senin hayat yolculuğunun tozlu raflarında.


O zaman 2016 senin de yılın olsun. Daha güzeli olsun... En güzeli olsun... Hep güzel dualar ettiğin, hep ettiğin dualardan da daha güzelinin olduğu günlerin olsun ve Allah kalbini korusun.


                                                                                                            Herhangibiri / 2015

28 Aralık 2015 Pazartesi

Orada küçük bir ev var uzakta...


Küçük, sakin, sade bir evim ben… Gelmeyi bilene yolları güzellikler ile dolu, bilmeyene ise çok uzaklarda, sarp yolların sonunda bir yerdeyim ben.

Dostlarımı hep sonsuz bir cömertlik ile karşılarım. Bahçemde oturur dinlenirler. Fotoğraflar çekerler. Ciğerlerini ağaçlarımın oksijeniyle doldururken hayatın telaşından, gereksiz sorunlarından uzaklaşırlar. Tatlı sohbetlere dalarlar. Bilirler ki karmaşadan uzakta, dertlerini toprağa bırakabilecekleri, mutluluklarını kuşların neşeli cıvıltıları ile çoğaltabilecekleri bir yerdedirler.

Mutsuz olanları daha da içeri buyur ederim ben. Sıcacık bir oda ile kucaklarım, tarçınlı süt ile kurabiye ikram ederim, dizime yatırır, saçlarını okşarım. “Üzülme” derim, “bu da geçecek”. Duymazlar sesimi belki ama sonsuz şefkatimi mutlaka hissederler. Gözlerini kapatır, dinlenirler, kendilerine gelirler. Uyandıklarını zaman hep daha zindedirler.

Ama kapısı sadece iyi insanlara açık bir evim ben. Kötü kalplileri misafir edemem. Sofram da muhabbet hep boldur ama güvenmediğimi masama oturtamam ben.

Birçok dostum vardır beni sakin bir sığınak olarak gören. Bana yaptığı yolculuğun sonunun mutluluk olacağını bilen, benim de misafir etmekten her zaman sevinç duyduğum…

Gösterişten, şatafattan uzak, yalan dolan olmayan, iki oda, bir sofa, içinde bol sevgi,  bol huzur olan bir evim ben. Onca kişiye ev sahipliği yapıp kendi sahibi kim bilemeyen. Umut dağıttığı kadar umut eden… Bahçesini, odalarını daha da şenlendirecek olanı bekleyen… Odasının baş köşesini, en güzel sohbetlerini, bahçesinin mis kokulu en güzel çiçeklerini, sofrasının en güzel yemeklerini sunacağı ev sahibini gözleyen.


Küçük, sakin, sade bir evim ben. Yollarımdaki güzelliği görebilecek, bana doğru yaptığı yolculuğu keyif bilecek, geldiğinde kapı kapalı olsa bile sırtını dönüp gitmeyecek, anahtarı kendisi bulabilecek, beni yuvası olarak kabul edecek, bahçeme hep baharı getirecek, henüz tanımadığı sahibini özleyen…



                                                                                                     Herhangibiri / 2015

15 Aralık 2015 Salı

Yokluğunun şerefine bir fincan kahve



Bir fincan kahve eşlik etti bu sabah yokluğuna. Bütün gece koynumda uyuttuğum hasretini yatakta bırakıp çıkınca o teselli etti beni. Her zaman keyifli sohbetlere eşlik etmek zorunda değildi kahve, bu sabah koyu bir özleme tanıklık etti.

Bir fincan kahve ile sohbet ettim bu sabah. Seni anlattım ona. Kokusunu çektim ciğerlerime senin kokunu çeker gibi… Tutmadı kokunun yerini. Sonra o da dumanıyla sarıp sarmaladı beni. “Durma, kendine gel, tazelen” dedi. “Bak yeniden sabah oldu, hayat akmaya devam ediyor, uyan, sen de katıl kaldığın yerden hayata” dedi. Oysa kaldığım yer kendimi hiç de tamam hissetmediğim bir yerdi.

Bir fincan kahveyi koymaya çalıştım bu sabah yerine. Ona günaydın dedim. Ellerinin sıcaklığı yerine onun sıcaklığıyla ısıtmaya çalıştım ellerimi. Bir yudum verdi sonra bana, damarlarımdan geçti, hücrelerime yayıldı, o da sanki içimi ısıtmak istedi. Minnettar kaldım cömertliğine ama senin sıcaklığını veremedi.

Bir fincan kahve ile paylaştım bu sabah özlemini. O beni uzaklaştırmak istedikçe ben içimin en derin yerinde buldum çıkardım yine seni.

Bir fincan kahveye anlattım bu sabah hayallerimi. Dinledi sessizce beni, bir şey söylemedi. Biraz daha tüttürdü dumanını “sen yaparsın, inanıyorum” der gibi.


İçimde bir yerlerde çok ıssız bir sahildesin sen şimdi. Yalnız bıraktım seni orada, geldim burada bir fincan kahve ile devam ediyorum hayata. Sanki hiç yoksun gibi... Hiç olmamışsın gibi... Hiç gitmemişsin gibi... Benim tek dostum hep bu kahveymiş gibi...

Bir fincan kahve içiyorum bu sabah, yokluğunun şerefine içer gibi...


                                                                                                         Herhangibiri / 2015

14 Aralık 2015 Pazartesi

Şükürler olsun!



Bazen bir renk beni kendime getiren. Yeşil mesela ya da mavi... Bazen suyun sesi... Bazen bir kuş cıvıltısı, bazen bulutların rengi... Ama en çok bir nefes beni kendime getiren. Derinden alınan, ciğere dolan, kalbe uğrayan, damarlarda hissedilen, 'Ben buradayım, seni hiç yalnız bırakmam' diyen ve her seferinde kendine şükrettiren!




                                                                                                           Herhangibiri / 2015

7 Aralık 2015 Pazartesi

Yerin benim kalbim



                                    O her kimse, şimdi kimbilir nerede?
                                    Belki şu karşı kıyıdaki evin içinde...
                                    Belki gökyüzünde, bulutların arasında bir uçakta...
                                    Belki ufuktaki köprünün üzerinden geçen arabada...
                                    Belki de denizde nazlı nazlı yüzen gemilerden birinde...
                                    Ama biliyorum, eninde sonunda yeri tam da burada, kalbimde...


                                                                                                        Herhangibiri / 2015 


Fotoğraf: Buğra Şahin

2 Aralık 2015 Çarşamba

Es ve çık o depresyondan




O kara bulutlar var ya, hani her tarafı kaplayan, başının üzerinde dolaşan, fırtına habercisi gibi duran ışığını kapatan, içini daraltan, ruhunu sıkan, seni bir depresyondan diğerine sürükleyen kara bulutlar… Onlar öyle bir gelir ki, geldi mi “tamam “ dersin, “buraya kadarmış”. Bir anda yaşama sevincini alırlar elinden. Umutlarını arar, bulamazsın. Hayattaki amacını sorarsın kendine, bulamazsın. Herşey anlamını yitirir sanki, öylesine yaşarsın. Önce sevdiklerinden, seni önemseyen insanlardan, sonra da kendinden uzaklaşırsın.

Ama bak ne diyeceğim sana. Şimdi bir beş dakika ayır kendine hemen, açık havaya çık. Derin bir nefes al kendin için, sonra başını gökyüzüne kaldır. Bulutlara bak, kara bulutlara… Oradalar değil mi? Seni yutmak için bekliyorlar sanki. Sonra düşün… O bulutların arkasındaki güneşi düşün. Şu anda göremiyorsun ama orada olduğunu sen de adın gibi biliyorsun. Sonra o güneşin ışığını düşün. Bulutları dağıtmaya ve seni tekrar ışığına kavuşturmaya yetecek rüzgarı düşün. İşte o rüzgar sensin! Şu anda sadece göremiyorsun ama biliyorsun. O ışık bulutların arkasında hala, hep de oradaydı. Senin bir esmeni bekliyor bulutları dağıtmak, gün yüzüne çıkmak, içine dolmak, sana kavuşmak için.

Sonra kendi içine dön. Gücünü hisset. Daha yaratılırken sana verilen o gücü hisset iliklerinde. Bu hayatta hiçbir şey imkansız değil. Her zaman bir yolu vardır. Tıpkı hiçbir derdin çözümsüz olmadığı gibi… Sen çözümü göremiyorsun şimdi belki ama o hep orada. Belki de hiç bakmadığın bir noktada seni bekliyor. Belki de şu anda o ışık bulutların arasından süzülüp yüzüne vurarak “Heyyyy!!! Ben buradayım!” diyerek seni selamlıyor.

Hadi suçlama kendini artık, hata aramaktan da vazgeç. Arada olur öyle… Sen sadece inan kendine, güven, es… Daha önce de yaptın, yine yapacaksın. Sindireceksin, silkeleneceksin, eseceksin, dağıtacaksın, çözeceksin ve daha iyi günler göreceksin… Çünkü:

                                         “En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır.
                                          En güzel çocuk henüz büyümedi.
                                          En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız.
                                          Ve sana söylemek istediğim en güzel söz,
                                          Henüz söylememiş olduğum sözdür…”

                                                                                            Nazım Hikmet Ran



                                                                                                                                                                                                                                               Herhangibiri / 2015


Fotoğraf:  Buğra Şahin


1 Aralık 2015 Salı

Papatyalar...



Bir çiçek değildir papatya. Zaten ne gül kadar gösterişlidir, ne de orkide kadar pahalı... O kadar sade ve durudur ki... Gördüğün kadardır, fazlası yoktur.

Ama dedim ya, görebilen göz için de bir çiçek değildir zaten papatya. Saftır bir kere, temizdir. Yalan yoktur papatyada. O, bir şey söylüyorsa doğru söylüyordur. 

İşte bu yüzden herkese hediye de edilmez papatya. Yürekten gelene sunulur. Çünkü kalbin en net ritmidir papatya...


Çiçek deyip geçmeyin papatyaya. Fallarla da yormayın onu. Biri size papatya verdiyse zaten seviyordur sizi, şüphe etmeyin...


                                                                                                              

                                                                                                               Herhangibiri / 2015


Fotoğraf: Buğra Şahin

26 Kasım 2015 Perşembe

Hayat adil değil...




Hayat adil değil. En çok da çocuklar için adil değil. O minicik kalpleri ile anlamakta zorlandıkları, anlayamayacakları türden bir adaletsizlik bu.

Yaşıtları okula giderken sokaklarda çalışmak zorunda olan bir çocuğa anlatamazsın hayatın ne kadar güzel olduğunu. Sadece televizyonlarda görebildiği alışveriş merkezilerinin oyun salonları yerine çamurların içinde hayaller kurarak oyunlar oynayan çocuklara bahsedemezsiniz dünyanın güzelliğinden. Cicili bicili kıyafetleri ile gezen çocuklara bakıp kendi kıyafetinden ve yüzünün kirinden utanan bir çocuğun tamir edemezsin kırık kalbini. Hamburgerin tadını bilmeyerek lokantaların önünden boynu bükük imrenerek geçen bir çocuğun silemezsin gözlerindeki hüznü. Her saniye dünyanın bir yerlerinde çocuklar can verirken kimseye vaat edemezsin gelecek mutlu günleri. Bu dünyada tek bir çocuk bile ölüyorsa kurşunlarla, bu dünyada tek bir çocuk bile ölüyorsa açlıktan, bu dünyada tek bir çocuk bile maruz kalıyorsa vahşice olaylara savunamazsın adaleti.


Oysa çocuk demek umut demek... Çocuk melek, çocuk can, çocuk saflık, çocuk gelecek demek... Kendi çocuklarını koruyup kollarken başka çocuklara dönemezsin sırtını. En az kendi çocuğun kadar geleceğin o da. Onların mutluluğu için savaşamazsan, adaleti savunamazsan ne bekleyebilirsin gelecekten. Belki hepsine çare olamazsın. Ama gücün yettiği kadar güldürdün mü bir çocuğun yüzünü işte o gün insan gibi hissedebilirsin kendini ve işte o gün kendi çocuğuna gönül rahatlığı ile sarılıp öğretebilirsin adaleti.

                                                                                                                 Herhangibiri / 2015


Fotoğraf: Buğra Şahin 

25 Kasım 2015 Çarşamba

Sevgiliye...


                                         Ey Sevgili!
                                         İzin ver ışık olayım sana.
                                         Umut olayım.
                                         Hayat olayım.
                                         Kalbinin yerine kalbimi koyayım.
                                         İzin ver bana yanında kalayım...


                                                                                                           Herhangibiri / 2015

24 Kasım 2015 Salı

Güven önemli...

Güven, zor bulunan birşey. Öyle herkese güvenilmez. Bir kere kalbin güvenecek önce. “Tamam” diyecek beynine, “bu insana güvenebilirsin”.  Aklın kendi mantık süzgecinden geçirecek, onay verecek sonra kalbine. “Haklısın, güvenelim” diyecek.

“Bana güven” demekle de olmaz. İliklerine kadar hissettirebilmelisin o insanın sana  güvenebileceğini ve aynı şekilde sen de ona güvenmelisin.

İlişkilerde en büyük sorun da güven değil mi zaten? O kadar güvenmiyor ki insanlar birbirlerine, ellerine geçen ilk fırsatta telefonlarını karıştırıyorlar, dört bir koldan takip ediyorlar, şununlayım dediğinde inanmayıp araştırıp, teyit etmek istiyorlar. Sonra ağızları ile “ben sana sonsuz güveniyorum” diyorlar. O iş öyle olmaz işte! Birine güvendiğin zaman sorgulamazsın. Bir şey sorduğunda onun verdiği cevaba inanırsın sadece. Çünkü sana doğruyu söylediğinden eminsindir bir kere. Emin değilsen de hem güvenmiyorsundur hem de gerçekten sevmiyorsundur bence.

Güven zor sağlanan bir şey tabi ki. Karşındaki insan sana güvensin istiyorsan 3 kural var bence.

  1. Hep net ve açık olacaksın. Ne olursa olsun, söyleyeceğin gerçeklerden hoşlanmayacağını bilsen bile doğruları söyleyeceksin.
  2. Sen de ona aynı şekilde güveneceksin.
  3. Güvenini sarsmayacaksın. Çünkü sarstığın an bir daha o güveni asla eskisi gibi sağlayamazsın.

Birine sonsuz güvenebilmek güzel bir duygu. Mesela ailene nasıl sonsuz güvendiğini düşün. Başın sıkıştığında aradığın ve yardımına koşan babanı, her anında sana şefkatli kucağını açan anneni düşün. Onların yanında aldığın güven ve huzur kokusunu düşün. Belki onlara güvendiğin kadar olmaz ama bir gün tekrar güveneneceksin sen de başka birine. Sırtını yaslayacaksın, omuzunda ağlayacaksın, içindeki o sonsuz boşluğu dolduracaksın, değerli olduğunu hissedeceksin, bırakacaksın bazı kararları senin yerine o alacak, yorulduğunda kucaklayacak, en zor anlarında yanında olacak, sımsıkı sarılıp “sana güveniyorum” diyeceksin ve bunu iliklerinde hissedeceksin. Ve artık sonunda sen de tam olacaksın.


Sonuç olarak güven zor bulunan bişey. O yüzden varsa hayatında güvendiğin birileri pamuklara sar onları, koru, sev, kaybetme...


                                                                                                                   Herhangibiri / 2015

18 Kasım 2015 Çarşamba

Özgür ve mutluydu bir zamanlar...

Kuşlar gibi özgür ve çocuklar kadar mutlu…

Öyle gelmişti dünyaya. Zaten çocuktu ve zaten özgürdü. Kimse istemediği birşeyi zorla yaptıramazdı ona. Ağlardı çünkü… Annesi ne kadar zorlarsa zorlasın istemiyorsa o an yemek yediremezdi. Uykusu yoksa uyumazdı. Kimse zorluyor diye oturmazdı. Sevmiyorsa birini sevmezdi, yapmacık olmazdı. Herkesin hakkındaki fikrini yüzüne söylerdi, saklamazdı. Griler olmazdı hayatında. Bu dünyada iyiler ve kötüler vardı. O iyileri severdi.

Oyun oynardı arkadaşlarıyla. Kimi zaman uzaklara yelken açarlardı özgürce okyanuslarda. Kimi zaman ünlü olur salınırlardı ortalarda. Bazen çizgi film kahramanları ile arkadaş olurlar, bazen turist olur dolaşırlardı dünyayı. Aslında bu dünyadan bile kocamandı dünyası. Gece yattığında hayaller kurardı. Büyüdüğünü hayal ederdi. Çünkü büyüğünde şimdikinden de özgür olacaktı. İzin almadan gidecekti her yere. Dünyayı gezecekti. Canı ne isterse onu yapacaktı. Bunları ve bir de babasının yarın gelirken getireceği çikolatayı düşünerek mutlu mutlu uykuya dalardı.

Küçük şeylerle yaşadığı büyük mutlulukları vardı onun. Yeni ayakkabısına bakmak ne güzel şeydi mesela. Yeni oyuncağı ile oynamak, yeni bisikletini arkadaşlarına gururla sunmak ne büyük mutluluktu  Allah’ım… Tabi ki büyüdüğünde bundan çok daha mutlu olacaktı. Şimdikinden daha mutlu ve kuşlardan bile daha özgür olacaktı.

Büyüyordu, ona hızı biraz yavaş geliyordu ama olsun, büyüyordu. İlkokul, ortaokul, lise… Geçip gidiyordu hayatından yıllar. Yeni arkadaşlar ediniyor, eskilerinden bazılarını kaybediyordu. Oysa o eski arkadaşlarının içinde birlikte dünyayı gezecek olduğu birkaç arkadaşı da vardı. Üzülüyordu ama olsun ne yapalım diyordu. Bu yeni arkadaşlarının içinde de iyi insanlar vardı ama ne olduğunu anlayamadıkları da vardı. Yeni bir grup insan çeşidiyle tanışıyordu sonunda. Griler…. Ne olduğu belli olmayanlar. O insanları hep iyi ve kötü diye ayırmıştı. Ama bunlar yüzüne iyi, arkasına kötüydüler. Anlamıyordu… Sonra zamanla alıştığını fark ediyordu. Yıllar sonra bunlarla iş hayatında da karşılaşacağını o zamanlar bilmiyordu.

Aşk ile tanışıyordu  bir gün. Seviyordu… Sevildiğini sanıyordu. Öyle diyordu çünkü aşk’ı. Yalan söyleyecek hali yoktu herhalde. Bir insan sevmeden seviyorum der miydi hiç? Ayakları yerden kesiliyordu. Ta ki bir gün kendini yere çakılmış bulana kadar. İlk deneyimi başarısızlıkla sonuçlanıyor, sonrakilere bu daha farklı olacak diye bakıyor, her seferinde hüsrana uğruyordu. Kalp kırıklıkları yaşıyor, yaşaya yaşaya kendi yaralarını sarmayı öğreniyor ve acı duydukça dışına güçlü bir zırh örüyordu. Oysa o eskiden seviyorsa seviyorum, özlüyorsa özlüyorum derdi. İyiye iyi, kötüye kötü derdi.

Gençlik yıllarında da arkadaşları ile hayaller kurmaya devam ediyordu. Çocukluk hayallerine pek benzemese de en azından bu hayallerinin içinde de özgürlük vardı. Eninde sonunda o özgürlüğü bulacaktı. Bulmalıydı zaten. Bu kadar insan etrafta köle olarak dolaşıyor olamazdı ne de olsa. Hayallere devam ederken okulu da bitiriyordu. O zaman özgürlük için para kazanma zamanı gelmişti demek ki. Bir heves işe başlıyordu.

Artık bambaşka bir dünyadaydı. Burada başka insan grupları ile karşılaşıyordu. Politik olanlar vardı mesela. İkiyüzlüler vardı, kıskançlar vardı, hırsı için etrafındakileri hiçe sayanlar vardı. Uzak durmak istiyordu. O, yeterli parası olunca özgürlüğe gidecekti. Çalışıyordu, geziyordu, alışveriş yapıyordu… Sonra daha çok çalışıyordu… Mesai saatleri uzuyor, kendine ayırdığı zamanlar azalıyordu. Kalan zamanda da daha çok geziyor, daha lüks yerlere gidiyor, daha çok alışveriş yapıyordu. Daha çok, daha çok alıyordu. Doymuyor, bir türlü mutlu da hissedemiyordu.

Bu kadar çalışmanın karşılığında yılda bir kez tatile gitmek tabi ki hakkıydı. Bu ilerideki özgür yıllarının provasıydı. Beş yıldızlı otellerde tatillere gidiyordu. Tatilde elinden telefonu düşmüyordu ama olsun en azından havuz başında konuşuyordu. Bir sonraki tatilim daha da iyi olmalı diyordu. Yurt dışına gidiyordu. Bir yıl çalışıp kazandığı bütün parayı bir haftada harcıyordu neredeyse. Olsun, hakkıydı. 

Artık ayakkabının en pahalısını giyiyor,  yemeğin en havalısını yiyor, en moda mekanlarda dolaşıyordu. Ay sonunda bütün maaşını kredi kartına yatırıyordu. Ama hayat standartları yükseliyordu. Günler hızlı bir tempoda geçiyordu. Hayatın kendisi hızlı değil miydi zaten?

Sonra bir gece yatağa yattı. Genelde yorgunluktan hemen uykuya dalardı. O geceyse uyuyamadı. Uyuyamayınca aklına çocukken her gece yaptığı ama şimdi uzun zamandır fırsat bulamadığı bir şeyi yapmak geldi. Hayal kuracaktı… Hatta şimdi daha da güzel hayaller kuracaktı. Kapadı gözlerini, düşündü. Bir terslik vardı, hayal kuramıyordu bir türlü. Zorladı kendini. Nasıl olurdu? Yeni insanlar tanımış, yeni yerler görmüştü. O an fark etti ki fiziki dünyası büyüdükçe hayal dünyası küçülmüş, ufacık kalmıştı. Kalbinin derinliklerinde aradı hayallerini. Bir ağrı saplandı göğsüne, gözleri doldu. Nasıl köleleşmişti? Köleliğin başladığı ilk anı hatırlamaya çalıştı, hatırlayamadı. Ağladı… Başını yastığa gömüp yatağında sessizce, yalnız ağladı. Kapana kısılmış gibi hissetti, ağladı.  Kaybettiği hayalleri için, mutluluğu için, özgürlüğü için ağladı.


Kuşlar gibi özgürleşmek ve tekrar çocuklar kadar mutlu olabilmek mümkün müydü? Bilemedi...


                                                                                                                 Herhangibiri / 2015


12 Kasım 2015 Perşembe

İz bırak hayata

İz bırakarak yaşamayı seviyorum ben. Bazen en yakınımın ruhuna bırakıyorum izimi, bazen de hiç tanımadığım birinde anı oluyorum belli belirsiz.

Sen hiç farketmiyorsun o an bıraktığım izi ama bir gün bir yerden geçerken beni hatırlıyorsun aniden. Şurada kahve içerken beni nasıl da güldürmüştü diyorsun belki. Söylediğim şey geliyor aklına, yüzünde tebessüm oluyorum bir anda. Belki sana hediye ettiğim küçük birşeyi buluyorsun çantanda. Belki en sevdiğim şarkı ile iz bırakıyorum sana.

Hayatı anlamlandırmayı seviyorum ben, farkederek yaşamayı seviyorum etrafımdakileri. Sokakta yerleri süpüren hizmetli kimsenin farkında olmasa bile ben yanından geçerken gülümseyerek kolay gelsin demeyi seviyorum. Sabahları asansöre bindiğimde asık yüzlü insanlara neşeyle “Günaydın” demeyi seviyorum. Garson siparişimi getirdiğinde sen görevi tabi yapacak diye düşünürken ben bir teşekkürü esirgemiyorum ondan. Ofisteki ablaya sırf onun görevi diye “Bana bir kahve!” diye seslenmiyorum. Rica ile başlayıp teşekkür ile bitiriyorum cümlemi. Yolda mendil satan amcaya dilenciymiş gibi para vermiyorum mesela. Belki mendilin ederinden fazlasını veriyorum ama bir paket mendil  karşılığı sadece gönülden edeceği duayı diliyorum.  Arabamın camını silen çocuğu hırsla kovmuyorum. Para vermesem bile arabamda  -o an için- bulundurduğum çikolatadan veriyorum. Restaurantta yemek yerken camdan boynu bükük bakan insanı garsona kovalatmıyorum. Elimden geliyorsa bir porsiyon da ona söylüyorum. Elimden gelmiyorsa kendi yemeğimi paylaşıyorum. Alışveriş merkezlerini sevmiyorum ben. Sokaklarda dolaşıyorum. Bazen oturup insanları izliyorum. Yüzlerine bakıyorum. Yüzü asık olanın derdini tahmin etmeye çalışıyorum. O bilmiyor ama üzülüyorum haline, dua ediyorum onun için içimden. Neşeli olanlara bakıp ise ben de keyifleniyorum.

Kimseden gülümsememi esirgememeye çalışıyorum mesela. Canımın en sıkkın olduğu anda bile önce kendim için sonra karşımdaki için gülümsemeye çalışıyorum. Annemi, babamı sadece özel günlerde öpmüyorum. Sabahları hoşçakalın demeden çıkmıyorum evden. Kardeşimin sıkıntısını kendi önüme koyuyorum. Yeri geliyor canımdan öte tutuyorum. Arkadaşlarımı da ayırmıyorum şefkatimden. Son paramı da bölüşüyorum, sevgimi de, ilgimi de… Canım sıkkın diyorsun, belki biraz sonra küçük bir hediye alıyorsun benden. Günü geliyor canının sıkkın olduğu başka bir an ayrı düşmüş olsak bile ona bakıp gülümsüyor ve beni anıyorsun. Hiçbir aramanı, mesajını cevapsız bırakmıyorum. Elimden geldiğince çabuk geri dönüyorum sana. Kendi canım sıkkın olsa bile terslemiyorum seni. Sen farketmiyorsun ama ben izimi bırakıyorum sana.

Bunları övünmek için anlatmıyorum. Övünecek bir şey de görmüyorum. Sadece farket istiyorum. Öylece geçip gitme yollardan. Sadece bakma, gör istiyorum. Etrafındaki insanların yüzünde gülümseme olabilmek için milyonlara ihtiyacın yok, anla istiyorum. Senin bir gülümsemenin, bir günaydınının, bir teşekkürünün başka birinin gününe ışık olabileceğini hatırla istiyorum. Aileni, arkadaşlarını hayatın telaşına kapılıp ihmal etme diyorum. Gün gelir senin ihtiyacın olur, bulamazsın, üzülürsün işte o zaman… Hayatında değer verdiğin kim varsa iteleme onu hayatından diyorum. Belki de o hayatının şansıdır, bilemezsin, şansını kaybetme istiyorum.



Kısacası ben hayata iz bırakarak yaşamayı seviyorum. Sen de farket, hatırla,  mutlu ol istiyorum.



                                                                                                           Herhangibiri / 2015

2 Kasım 2015 Pazartesi

Benimle gelir misin?

Bir sabah kalkıp “Hadi gidelim buralardan” desem ne dersin? İki bavul alırız. İçine bolca neşe, bir tutam hayal, sonsuz mutluluk, deli bir umursamazlık, sıfır plan, sıfır beklenti, sıfır umutsuzluk koyarız. Radyoda son ses bir şarkı açarız. Gerisi bir sen, bir de ben, bir de yollar…

Belki de hiç dönmeyiz bir daha. Hiçbir yere ait olmayız birbirimizin kalbinden başka. Yeni insanlar tanır, yeni  yerler görürüz. Karnımızı doyuracak kadar çalışır, sonra bir yere bağlanmadan yeniden yola koyuluruz. Gittiğimiz yerlerden vedalaşmadan ayrılırız. Onların hafızalarında tatlı bir anı olarak kalırız.

Çocuklarla oyun oynarız. Balıkçılarla sofralar kurarız. Kahvedeki amcalarla sohbet ederiz. Hep gün doğumunda yola çıkar, gün batımına doğru yol alırız. Bazen bir kumsalda uyuruz, bazen göl kenarında, bazen de misafir oluruz bir teyzenin mütevazi sofrasına.

Günlerden neydi, aylardan hangisiydi unuturuz. Nerden geldik, nasıl yola çıktık unuturuz.  Daha önce ne yapıyorduk, mutsuz muyduk, umutsuz muyduk unuturuz.

Sadece renk olur hayatımızda. Neşe olur, keyif olur... Arada tartışırız belki ama onda bile aşk olur, sevgi olur, tutku olur. Dargın uyumayız asla…


Şimdi söyle gelir misin benimle? Gerisi bir sen, bir de ben, bir de yollar…


                                                                                                                 Herhangibiri / 2015

22 Ekim 2015 Perşembe

Sen sustun...



Uzun cümlelerim yok artık benim... Sen susarken kullandım hepsini, bitirdim. Oysa söylenecek ne çok sözüm vardı, anlatmak istediğim ne çok şey... Sen istemedin, sustum ben de... 

Verilecek çok sevgim vardı benim... Seni her düşündüğümde göğsümden çıkıp fırlayacakmış gibi olan bir kalbim vardı. Artık var mı bilmiyorum, çünkü sen sustuğundan beri hissetmiyorum.

İçimden taşan şefkatim vardı benim, seni göğsüme bastırıp ne kadar yaran varsa onunla sarmak istediğim... Sustun... Bende kaldı sonsuz şefkatim...

Sevinçlerim vardı benim, seninle konuşmanın bile beni deliye çevirdiği... Sen sustun... Sevinçlerimi de aldın benden.

Heyecanlarım vardı benim, seni görmek için bana gün saydıran... Adını duyduğumda kalbimi çarptıran... Seni düşünmekten kendimi alıkoyamadığım... Sen sustun... Ben duygusuz oldum...

Rüyalarım vardı benim, sabaha seninle başlamama neden olan... Şimdi rüyasız gecelerdeyim.

Hayallerim vardı benim, senin en büyük hayallerini gerçekleştirdiğini düşlediğim...  Sen susup kendi hayallerini benimle paylaşmayı bıraktığından beri hayallerim de yok benim...

Dualarım vardı benim, senin hep iyi olman dileği ile başladığım... Sen sustun... Ama başka türlüsü de gelmiyor elimden. Hala iyi olmanı diliyorum ben...

Kendimi hep konuşarak ifade ederdim bilirsin. Ama artık uzun cümlelerim yok benim... Sen susarken kullandım hepsini, bitirdim...


                                                                                                       Herhangibiri / 2015

20 Ekim 2015 Salı

Gülümse...



Gülümse...
Sen gülümsediğinde doğar güneş, başlar gün, düzelir herşey...
Senin bir gülümsemenle anlam kazanır hayat, kaybolur mutsuzluklar.
Senin her gülüşün ışık olur, sevinç olur birine.
Gülümse... Isınsın kalbin, dağılsın kara bulutlar...
Gülümse ki geri gelsin hayallerin tüm parlaklığıyla sana.
Unutma, zor olan mutsuz olmaktır aslında.
Mutluluk kolaydır... Nettir... Basittir... Saftır...
Mutsuz olmak için çaba harcaman gerekir ama mutluluk hep özündedir.
Hatırla ve hiç unutma....
Sen önce kendin için değerlisin.
Yapma kendine bunu.
Hadi benim için bir kere gülümse...


                                                                                                                   Herhangibiri / 2015


7 Ekim 2015 Çarşamba

Bazen...

Bazen umutlarının üzerini kara bulutlar kaplar. Hayat üstüne üstüne gelir. Ne yapacağını bilemezsin bazen, nefesin kesilir. Ama ışığın kuvvetliyse mutlaka bi yolunu bulursun. Ve aslında o ışık herkesin içinde vardır. Hiç kaybetme ışığını! Hiç pes etme! Hiç dert etme! Her zaman bi çaresi vardır... 

                                                                                                             Herhangibiri / 2015

2 Ekim 2015 Cuma

Tercihler hayat demek




Her gün birileri dokunuyor hayatımıza... Biz her gün birilerinin hayatına dokunuyoruz. Birbirimizde izler bırakıyoruz. Kimi izler silik oluyor, bir süre sonra siliniyor. Ama bazı izler ise çok derin oluyor. Yıllar geçse de unutulmuyor. Hatta bazıları hayatımızı derinden etkiliyor.

Tercihler yapıyoruz. Devamında ne olacağını, sonunda bizi nereye götüreceğini  bilmeden yollar seçiyoruz kendimize. Bazı kararlarımız sadece bizi etkilerken aldığımız bazı kararlarla da başkalarının hayatını etkiliyoruz bilmeden.

Şu anda hayatta olmayan birinden kendi hayatı ile ilgili bir anı dinlemiştim. Daha bir genç kızken, 30’una bile yaklaşmamışken, hayatla ilgili umutları, hayalleri varken, vapurla seyahat ettiği bir gün yanına hoş bir delikanlı gelmiş. O zamanlar tabi iletişim araçları sınırlı. Mektup var, bir de şanslıysanız evinizde çevirmeli ev telefonunuz. Bir kağıt uzatmış utangaç genç kıza, “Deminden beri sizi izliyorum. Çok hoş bir hanımefendisiniz. Niyetim ciddi, yanlış anlamayın lütfen” demiş ve eğer o da görüşmek isterse arayabilsin diye telefon numarasını vermiş. Hemen ardından da kibarca uzaklaşmış. Genç kız çok utanmış, yanaklarına al basmış. Birlikte seyahat ettiği arkadaşları ve kardeşi onu gördü mü diye etrafa bakıp delikanlının gözleri üzerindeyken o kağıdı aceleyle buruşturup denize atmış. Ben bu anıyı olayın kahramının ağzından yaklaşık bir 60 yıl sonra dinlemiştim. Çok geç bir evlilik yapmış, aslında kocasını hiç sevmemiş, hiç çocuk sahip olamamış, erken yaşta dul kalmış, koca bir hayatı yalnız yaşamış, 60 yıl önce telefon numarasının yazılı olduğu o kağıdı denize fırlattığı için pişman olan ve sadece bir vapur seyahati süresince görebildiği o delikanlıyı hiç unutamamış bir kadının ağzından, büyük teyzemden dinledim. Anlatırken gözleri doldu, “Keşke o kadar ani karar vermeseydim, belki şimdi herşey daha farklı olurdu” demişti bana. O gece uyuyana kadar bunu düşünmüştüm. Acaba gerçekten nasıl değişirdi hayatı? Belki aşkların en güzelini yaşar ve o delikanlı ile evlenirdi. Çocukları olurdu, çok mutlu olurlardı belki... Belki de bunların hiçbiri olmazdı... Gerçekten hayırsız biri de çıkabilirdi. Ama büyük teyzem gibi ben de bunların cevaplarını hiçbir zaman bilemem. O verdiği kararla sadece kendi hayatını etkilemedi o anda. Denize savurduğu kağıt parçası ile birlikte aslında o delikanlının hayatını da etkiledi. O da başka tercihlere yöneldi. Başka bir hayat yaşadı. Belki mutlu oldu, belki de olamadı... Belki o da yıllar sonra bile vapurdaki o genç kızı hatırladı. 

İşte ben de ne zaman bir karar verecek olsam, ne zaman bir tercih yapmam gerekirse bu hikayeyi hatırlarım. Belki yine bilemiyorum başıma neler geleceğini ama en azından ani kararlar almama engel oluyorum kendimce.

Bildiğim birşey var ki bu hayatta herkes bir şansı hakeder. Herkes sevilmeyi, sevmeyi hakeder. Kimin hayatından geçiyorsak onda bir iz bırakırız. Bu izi belki yıllar sonra hatırlarız, belki de hemen aklımızda ve kalbimizde yer eder. Evet kader diye birşey var. Ama tercih diye de birşey var. Varacağımız noktaya giderken kullanacağımız yolu seçmek bize ait. İşte bu yüzden hayatı farkederek yaşamak lazım. İşaretleri görerek, hayatı anlamlandırarak, bundan 60 yıl sonra pişman olmamıza neden olmayacak seçimler yapmamaya çalışarak yaşamak lazım hayatı.

Doğru tercihler yapmamız dileğiyle...

Not: Büyük teyzeme saygılarımla...

                                                                                                     Herhangibiri / 2015

30 Eylül 2015 Çarşamba

Kalbime not...





Gidilecek çok yer, görülecek çok şey, tanışılacak çok insan var. Sonbahardayız şimdi kalbim. Ne yaraları iyileştirmedik ki birlikte. Kışı da göreceğiz yine. Ardından elbette gün gelecek çiçekler açacak, güneş parlayacak ve bahara kavuşacağız. Kimbilir belki de ömrümüzün en güzel yazlarını ondan sonra yaşayacağız.


                                                                                                  Herhangibiri / 2015

26 Eylül 2015 Cumartesi

Yalnızlık





                                      "Yalnızım ben...
                                      Kimse bilmez yalnızlığımı.
                                      Işığımı görür aldanırlar."



                                                                                                  Herhangibiri / 2015






17 Eylül 2015 Perşembe

Eylül...





Eylül... Bilinenin aksine umutsuzluğun değil umudun ayıdır... Yeni aşkların, yeni sevgilerin, yeni hayallerin, yeni yolların, yeni seçimlerin, yeni başlangıçların ayıdır... Yazdan kalan günlerin son demlerinde, önceki mevsimlerin hayal kırıklıkları sulara bırakılır... Tazelenilir... Yenilenilir... Yenilere yer açılır... O yüzden sevin Eylül'ü... Kıymetini bilin... İyi değerlendirin... 


                                                                                             Herhangibiri / 2015


28 Ağustos 2015 Cuma

Kendime...






İnsan 10’lu yaşlarını sürerken bırak 30’lu yaşları 20’leri bile hayal edemiyor. Oysa zaman ne çabuk geçiyor di mi?

Bir sürü şey yaşadın... İyikiler, keşkeler, pişmanlıklar, mutluluklar, üzüntüler, anılar, acılar, isyanlar, hayaller, kalp kırıklıkları, özlemler, kavuşmalar, ihanetler, dostluklar, kahkahalar, gözyaşları, umutlar, umutsuzluklar, hayal kırıkları, bekleyişler, kavuşmalar, kavuşamamalar, ayrılıklar, ölümler, doğumlar, aşklar, umutsuz aşklar, depresyonlar, dibe inip inip küllerinden yeniden doğmalar, sevmeler, nefret etmeler... İyi ki hayatımda var dediklerin de oldu, bu da nerden girdi hayatıma dediklerin de... Başına geldiği için şükrettiğin olaylar da oldu, neden ben diyerek lanet ettiğin de... Ama hepsi bişeyler kattı sana... Hepsi birleşti, seni sen yaptı. Tecrübeler edindin, dersler aldın. Yaptığın hataları yazdın bi kenara, bi daha yapmadın. Yeri geldi açtın eski defterleri kendine hatırlattın, yeri geldi tecrübedir dedin başkalarıyla paylaştın. Ne kadar başarılı oldun bilinmez ama iyi bi insan olmaya çalıştın. En azından kimseye bilerek kötülük yapmadın. Hayatta sana ödülünü harika bi aile, güzel arkadaşlar sunarak verdi. Ve zaman sana şunu öğretti: Hayatına kim dokunuyorsa, başına ne geliyorsa, önüne çıkan yollardan hangilerini tercih ediyorsan mutlaka bi nedeni var.

Evet, bugün 32 yılı geride bıraktın, 33 oldun. Umarım birilerinin hayatında güzel izler bıraktın... Ne yaşadıysan yaşadın, şimdi artık ileri bakmaya devam et! 32 yılın tecrübesi yolunu aydınlatsın. Daha sağlam, daha dik, daha güçlü, daha azimli, daha dingin, daha huzurlu, daha mutlu, daha umutlu olsun bundan sonrası... Tevekkül etmeyi hiç unutmayacağın, Allah’a son nefesini teslim edene kadar hayal kurmaktan asla vazgeçmeyeceğin, seni sen yapan değerlerden hiç bir zaman taviz vermeyeceğin bi ömür olsun geri kalan ömrün...

Ve doğum günün 33.kez kutlu olsun...


                                                                                                     Herhangibiri / 2015