Kuşlar gibi
özgür ve çocuklar kadar mutlu…
Öyle gelmişti
dünyaya. Zaten çocuktu ve zaten özgürdü. Kimse istemediği birşeyi zorla yaptıramazdı
ona. Ağlardı çünkü… Annesi ne kadar zorlarsa zorlasın istemiyorsa o an yemek
yediremezdi. Uykusu yoksa uyumazdı. Kimse zorluyor diye oturmazdı. Sevmiyorsa birini
sevmezdi, yapmacık olmazdı. Herkesin hakkındaki fikrini yüzüne söylerdi,
saklamazdı. Griler olmazdı hayatında. Bu dünyada iyiler ve kötüler vardı. O iyileri
severdi.
Oyun oynardı
arkadaşlarıyla. Kimi zaman uzaklara yelken açarlardı özgürce okyanuslarda. Kimi
zaman ünlü olur salınırlardı ortalarda. Bazen çizgi film kahramanları ile
arkadaş olurlar, bazen turist olur dolaşırlardı dünyayı. Aslında bu dünyadan
bile kocamandı dünyası. Gece yattığında hayaller kurardı. Büyüdüğünü hayal
ederdi. Çünkü büyüğünde şimdikinden de özgür olacaktı. İzin almadan gidecekti
her yere. Dünyayı gezecekti. Canı ne isterse onu yapacaktı. Bunları ve bir de
babasının yarın gelirken getireceği çikolatayı düşünerek mutlu mutlu uykuya
dalardı.
Küçük şeylerle
yaşadığı büyük mutlulukları vardı onun. Yeni ayakkabısına bakmak ne güzel şeydi
mesela. Yeni oyuncağı ile oynamak, yeni bisikletini arkadaşlarına gururla
sunmak ne büyük mutluluktu Allah’ım…
Tabi ki büyüdüğünde bundan çok daha mutlu olacaktı. Şimdikinden daha mutlu ve
kuşlardan bile daha özgür olacaktı.
Büyüyordu, ona hızı
biraz yavaş geliyordu ama olsun, büyüyordu. İlkokul, ortaokul, lise… Geçip
gidiyordu hayatından yıllar. Yeni arkadaşlar ediniyor, eskilerinden bazılarını
kaybediyordu. Oysa o eski arkadaşlarının içinde birlikte dünyayı gezecek olduğu
birkaç arkadaşı da vardı. Üzülüyordu ama olsun ne yapalım diyordu. Bu yeni
arkadaşlarının içinde de iyi insanlar vardı ama ne olduğunu anlayamadıkları da
vardı. Yeni bir grup insan çeşidiyle tanışıyordu sonunda. Griler…. Ne olduğu
belli olmayanlar. O insanları hep iyi ve kötü diye ayırmıştı. Ama bunlar yüzüne
iyi, arkasına kötüydüler. Anlamıyordu… Sonra zamanla alıştığını fark ediyordu. Yıllar
sonra bunlarla iş hayatında da karşılaşacağını o zamanlar bilmiyordu.
Aşk ile
tanışıyordu bir gün. Seviyordu…
Sevildiğini sanıyordu. Öyle diyordu çünkü aşk’ı. Yalan söyleyecek hali yoktu
herhalde. Bir insan sevmeden seviyorum der miydi hiç? Ayakları yerden kesiliyordu.
Ta ki bir gün kendini yere çakılmış bulana kadar. İlk deneyimi başarısızlıkla
sonuçlanıyor, sonrakilere bu daha farklı olacak diye bakıyor, her seferinde
hüsrana uğruyordu. Kalp kırıklıkları yaşıyor, yaşaya yaşaya kendi yaralarını
sarmayı öğreniyor ve acı duydukça dışına güçlü bir zırh örüyordu. Oysa o eskiden
seviyorsa seviyorum, özlüyorsa özlüyorum derdi. İyiye iyi, kötüye kötü derdi.
Gençlik yıllarında
da arkadaşları ile hayaller kurmaya devam ediyordu. Çocukluk hayallerine pek
benzemese de en azından bu hayallerinin içinde de özgürlük vardı. Eninde sonunda
o özgürlüğü bulacaktı. Bulmalıydı zaten. Bu kadar insan etrafta köle olarak
dolaşıyor olamazdı ne de olsa. Hayallere devam ederken okulu da bitiriyordu. O zaman
özgürlük için para kazanma zamanı gelmişti demek ki. Bir heves işe başlıyordu.
Artık bambaşka
bir dünyadaydı. Burada başka insan grupları ile karşılaşıyordu. Politik olanlar
vardı mesela. İkiyüzlüler vardı, kıskançlar vardı, hırsı için etrafındakileri
hiçe sayanlar vardı. Uzak durmak istiyordu. O, yeterli parası olunca özgürlüğe
gidecekti. Çalışıyordu, geziyordu, alışveriş yapıyordu… Sonra daha çok
çalışıyordu… Mesai saatleri uzuyor, kendine ayırdığı zamanlar azalıyordu. Kalan
zamanda da daha çok geziyor, daha lüks yerlere gidiyor, daha çok alışveriş
yapıyordu. Daha çok, daha çok alıyordu. Doymuyor, bir türlü mutlu da hissedemiyordu.
Bu kadar çalışmanın karşılığında yılda bir kez
tatile gitmek tabi ki hakkıydı. Bu ilerideki özgür yıllarının provasıydı. Beş yıldızlı
otellerde tatillere gidiyordu. Tatilde elinden telefonu düşmüyordu ama olsun en azından havuz başında konuşuyordu. Bir sonraki tatilim daha da iyi olmalı diyordu. Yurt dışına
gidiyordu. Bir yıl çalışıp kazandığı bütün parayı bir haftada harcıyordu
neredeyse. Olsun, hakkıydı.
Artık ayakkabının en pahalısını giyiyor, yemeğin en havalısını yiyor, en moda
mekanlarda dolaşıyordu. Ay sonunda bütün maaşını kredi kartına yatırıyordu. Ama
hayat standartları yükseliyordu. Günler hızlı bir tempoda geçiyordu. Hayatın kendisi
hızlı değil miydi zaten?
Sonra bir gece
yatağa yattı. Genelde yorgunluktan hemen uykuya dalardı. O geceyse uyuyamadı.
Uyuyamayınca aklına çocukken her gece yaptığı ama şimdi uzun zamandır fırsat
bulamadığı bir şeyi yapmak geldi. Hayal kuracaktı… Hatta şimdi daha da güzel
hayaller kuracaktı. Kapadı gözlerini, düşündü. Bir terslik vardı, hayal
kuramıyordu bir türlü. Zorladı kendini. Nasıl olurdu? Yeni insanlar tanımış,
yeni yerler görmüştü. O an fark etti ki fiziki dünyası büyüdükçe hayal dünyası
küçülmüş, ufacık kalmıştı. Kalbinin derinliklerinde aradı hayallerini. Bir ağrı
saplandı göğsüne, gözleri doldu. Nasıl köleleşmişti? Köleliğin başladığı ilk
anı hatırlamaya çalıştı, hatırlayamadı. Ağladı…
Başını yastığa gömüp yatağında sessizce, yalnız ağladı. Kapana kısılmış gibi
hissetti, ağladı. Kaybettiği hayalleri
için, mutluluğu için, özgürlüğü için ağladı.
Kuşlar gibi
özgürleşmek ve tekrar çocuklar kadar mutlu olabilmek mümkün müydü? Bilemedi...
Herhangibiri / 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder