18 Kasım 2015 Çarşamba

Özgür ve mutluydu bir zamanlar...

Kuşlar gibi özgür ve çocuklar kadar mutlu…

Öyle gelmişti dünyaya. Zaten çocuktu ve zaten özgürdü. Kimse istemediği birşeyi zorla yaptıramazdı ona. Ağlardı çünkü… Annesi ne kadar zorlarsa zorlasın istemiyorsa o an yemek yediremezdi. Uykusu yoksa uyumazdı. Kimse zorluyor diye oturmazdı. Sevmiyorsa birini sevmezdi, yapmacık olmazdı. Herkesin hakkındaki fikrini yüzüne söylerdi, saklamazdı. Griler olmazdı hayatında. Bu dünyada iyiler ve kötüler vardı. O iyileri severdi.

Oyun oynardı arkadaşlarıyla. Kimi zaman uzaklara yelken açarlardı özgürce okyanuslarda. Kimi zaman ünlü olur salınırlardı ortalarda. Bazen çizgi film kahramanları ile arkadaş olurlar, bazen turist olur dolaşırlardı dünyayı. Aslında bu dünyadan bile kocamandı dünyası. Gece yattığında hayaller kurardı. Büyüdüğünü hayal ederdi. Çünkü büyüğünde şimdikinden de özgür olacaktı. İzin almadan gidecekti her yere. Dünyayı gezecekti. Canı ne isterse onu yapacaktı. Bunları ve bir de babasının yarın gelirken getireceği çikolatayı düşünerek mutlu mutlu uykuya dalardı.

Küçük şeylerle yaşadığı büyük mutlulukları vardı onun. Yeni ayakkabısına bakmak ne güzel şeydi mesela. Yeni oyuncağı ile oynamak, yeni bisikletini arkadaşlarına gururla sunmak ne büyük mutluluktu  Allah’ım… Tabi ki büyüdüğünde bundan çok daha mutlu olacaktı. Şimdikinden daha mutlu ve kuşlardan bile daha özgür olacaktı.

Büyüyordu, ona hızı biraz yavaş geliyordu ama olsun, büyüyordu. İlkokul, ortaokul, lise… Geçip gidiyordu hayatından yıllar. Yeni arkadaşlar ediniyor, eskilerinden bazılarını kaybediyordu. Oysa o eski arkadaşlarının içinde birlikte dünyayı gezecek olduğu birkaç arkadaşı da vardı. Üzülüyordu ama olsun ne yapalım diyordu. Bu yeni arkadaşlarının içinde de iyi insanlar vardı ama ne olduğunu anlayamadıkları da vardı. Yeni bir grup insan çeşidiyle tanışıyordu sonunda. Griler…. Ne olduğu belli olmayanlar. O insanları hep iyi ve kötü diye ayırmıştı. Ama bunlar yüzüne iyi, arkasına kötüydüler. Anlamıyordu… Sonra zamanla alıştığını fark ediyordu. Yıllar sonra bunlarla iş hayatında da karşılaşacağını o zamanlar bilmiyordu.

Aşk ile tanışıyordu  bir gün. Seviyordu… Sevildiğini sanıyordu. Öyle diyordu çünkü aşk’ı. Yalan söyleyecek hali yoktu herhalde. Bir insan sevmeden seviyorum der miydi hiç? Ayakları yerden kesiliyordu. Ta ki bir gün kendini yere çakılmış bulana kadar. İlk deneyimi başarısızlıkla sonuçlanıyor, sonrakilere bu daha farklı olacak diye bakıyor, her seferinde hüsrana uğruyordu. Kalp kırıklıkları yaşıyor, yaşaya yaşaya kendi yaralarını sarmayı öğreniyor ve acı duydukça dışına güçlü bir zırh örüyordu. Oysa o eskiden seviyorsa seviyorum, özlüyorsa özlüyorum derdi. İyiye iyi, kötüye kötü derdi.

Gençlik yıllarında da arkadaşları ile hayaller kurmaya devam ediyordu. Çocukluk hayallerine pek benzemese de en azından bu hayallerinin içinde de özgürlük vardı. Eninde sonunda o özgürlüğü bulacaktı. Bulmalıydı zaten. Bu kadar insan etrafta köle olarak dolaşıyor olamazdı ne de olsa. Hayallere devam ederken okulu da bitiriyordu. O zaman özgürlük için para kazanma zamanı gelmişti demek ki. Bir heves işe başlıyordu.

Artık bambaşka bir dünyadaydı. Burada başka insan grupları ile karşılaşıyordu. Politik olanlar vardı mesela. İkiyüzlüler vardı, kıskançlar vardı, hırsı için etrafındakileri hiçe sayanlar vardı. Uzak durmak istiyordu. O, yeterli parası olunca özgürlüğe gidecekti. Çalışıyordu, geziyordu, alışveriş yapıyordu… Sonra daha çok çalışıyordu… Mesai saatleri uzuyor, kendine ayırdığı zamanlar azalıyordu. Kalan zamanda da daha çok geziyor, daha lüks yerlere gidiyor, daha çok alışveriş yapıyordu. Daha çok, daha çok alıyordu. Doymuyor, bir türlü mutlu da hissedemiyordu.

Bu kadar çalışmanın karşılığında yılda bir kez tatile gitmek tabi ki hakkıydı. Bu ilerideki özgür yıllarının provasıydı. Beş yıldızlı otellerde tatillere gidiyordu. Tatilde elinden telefonu düşmüyordu ama olsun en azından havuz başında konuşuyordu. Bir sonraki tatilim daha da iyi olmalı diyordu. Yurt dışına gidiyordu. Bir yıl çalışıp kazandığı bütün parayı bir haftada harcıyordu neredeyse. Olsun, hakkıydı. 

Artık ayakkabının en pahalısını giyiyor,  yemeğin en havalısını yiyor, en moda mekanlarda dolaşıyordu. Ay sonunda bütün maaşını kredi kartına yatırıyordu. Ama hayat standartları yükseliyordu. Günler hızlı bir tempoda geçiyordu. Hayatın kendisi hızlı değil miydi zaten?

Sonra bir gece yatağa yattı. Genelde yorgunluktan hemen uykuya dalardı. O geceyse uyuyamadı. Uyuyamayınca aklına çocukken her gece yaptığı ama şimdi uzun zamandır fırsat bulamadığı bir şeyi yapmak geldi. Hayal kuracaktı… Hatta şimdi daha da güzel hayaller kuracaktı. Kapadı gözlerini, düşündü. Bir terslik vardı, hayal kuramıyordu bir türlü. Zorladı kendini. Nasıl olurdu? Yeni insanlar tanımış, yeni yerler görmüştü. O an fark etti ki fiziki dünyası büyüdükçe hayal dünyası küçülmüş, ufacık kalmıştı. Kalbinin derinliklerinde aradı hayallerini. Bir ağrı saplandı göğsüne, gözleri doldu. Nasıl köleleşmişti? Köleliğin başladığı ilk anı hatırlamaya çalıştı, hatırlayamadı. Ağladı… Başını yastığa gömüp yatağında sessizce, yalnız ağladı. Kapana kısılmış gibi hissetti, ağladı.  Kaybettiği hayalleri için, mutluluğu için, özgürlüğü için ağladı.


Kuşlar gibi özgürleşmek ve tekrar çocuklar kadar mutlu olabilmek mümkün müydü? Bilemedi...


                                                                                                                 Herhangibiri / 2015


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder