22 Nisan 2016 Cuma

Hayat bu...


Hayat bu… Kararlar verirsin, tercihler yaparsın… Bazen de acı çekeceğini baştan bile bile kendine bi yol seçersin… Hatta bazen öyle anlar gelir ki kendini yalnız bile hissedersin… Ama her yeni yol yeni bi macera… Seni daha iyi bi yere götürüp götürmeyeceğini bilemezsin. Acıyı da sevincin gibi kabullenmelisin. 
Bazen yolun sonuna kadar gidersin… Bazen diğer yolu bıraktığına pişman olur, o yolu ister, döner, tekrar denersin. Her seferinde mutlaka yeni bir şey deneyimlersin. Yeni tecrübeler edinirsin. Her tecrübe ile biraz daha sen olur, kendi özüne dönersin. Hayattaki yollardan hiçbiri çıkmaz değil, hiçbiri mecburi istikametin değil ve hiçbiri dönülmez değil, bilmelisin…
Deniz var, güneş var, bulut var, rüzgar var, gökyüzü var, ay var, ”Yıldız” var… Bu sabaha uyandıysan eğer aldığın nefes var… Atan kalbin var… Ellerinin sıcaklığı, yanaklarının kırmızılığı, gözlerinin ışığı var… E o zaman demek ki umut da var… Gelecek günlerde mutluluk var… Çünkü hiçbir acı sonsuza kadar, hiçbir mutsuzluk mezara kadar, hiçbir yas ölene kadar sürmez… Yeter ki sen farkında kal, kendi gerçekliğinin içinde kal… 
Bırak bazen kalbin karar versin, gerektiğinde mantığın öne geçsin. Ama en güzeli ve en muhteşemi ikisi birbiriyle dans etsin. Üçünüzün birlikte aldığı kararlar seni hep mutlu etsin. Sonuç olarak Nazım Hikmet’in de dediği gibi: “Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri”.


Herhangibiri / 2016

18 Nisan 2016 Pazartesi

Aradığın cevaplar hep en basit yerlerde...

Yeni Cami’de oturmuş hayatı izlerken karşılaştım onlarla. Simit uzattılar bana “Al ye kızım” diyerek. Teşekkür ettim, istemedim önce ama amcalardan biri dedi ki “Al kızım al, zaten o kadar çok almış ki simidi, sen de sebeplen”. Bu kadar içten bir teklifi zaten ikinciye geri çeviremezdim. Uzattıkları yarım simidi alıp yemeye başladım, onlar da benim yanıma oturdular.

Hemen yanımdaki amca “Heyyy gidi günler” dedi. “Ben buraya 1949 yılında geldim, Sirkeci’de çalışmaya başladım. O zaman nasıl sakindi buralar. Bakırköy’e trenle dönerdik akşamları. Şimdi tren de yok” dedi. Meğer biri 83, diğeri 81 yaşındaymış. İnanamadım… Öyle dinç, öyle hayat doluydular ki… Bence benimle yaşıttılar. Bakırköy’de oturuyorlarmış. Hem de İstanbul’un şu anki bütün keşmekeşliğine, bütün betonarmeliğine rağmen hala iki katlı, bahçeli, müstakil bir evde yaşıyorlarmış. “Bahçede bir kiraz ağacım var, bütün mahalle doyuyor” dedi sakallı olan amca. “Ne güzel” dedim, “Çok kıskandım gerçekten, maşallah”. Zaten Mısır Çarşı’na bahçe için bir şeyler almaya gelmişler iki arkadaş. Biz sohbet ederken diğer amca insanların cami avlusuna attığı çöpleri toplamaya başladı. Sessizce, söylenmeden, kızmadan, çok asilce… Ama insanlar utanmadı yaşlı bir adamın yerlerdeki çöpleri toplamasından.

Nereli olduğumu sordular, onlar Nevşehirliymiş. İşimi, ailemi sordular. Sonra bana kendi İstanbul’larını anlattılar, arkadaşlarını, torunlarını anlattılar. Arada atışarak öyle tatlı konuşuyorlardı ki “Fotoğrafınızı çekebilir miyim?” diye sordum. “Ehhh hadi madem istiyorsun çek” dediler, çektim. Tekrar geçip oturunca “E hani bize göstermedin” dediler. Hemen gösterdim, çok beğendiler. “Ne güzel çekmişsin” dediler. “Siz çok güzelsiniz, ondan güzel çıktı” dedim. Utandılar…

Sonra “Biz artık kalkalım, ancak gideriz eve” dediler. “Tamam” dedim. Ellerini öpmedim, tokalaştık. Çünkü biz artık arkadaştık. Tam iki adım atmışlardı ki sakallı olan amca geri döndü. “Sevgilin falan var mı senin?” diye sordu. “Yok” dedim. “Neden ki?” dedi. “Bilmem ki amcacım, kısmet” dedim. “Bak” dedi, “Öyle eften püften insanlara açma kalbini. Kıymetini bilen olsun senin yanında. Seni, senin onu sevdiğinden daha çok sevsin. İnsan olsun, adam olsun, bir gün öyle, bir gün böyle olmasın,  dediği ile yaptığı bir olsun,  dik dursun yanında, baş tacı etsin seni, senin adını mutluluğa versin. Belli, sen iyi yetiştirilmiş, çok iyi, çok güzel bir kızsın. Hayat göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor, kalbini kırdırtma kimseye. Koru onu…” dedi. Elini tuttum, avucumun içine aldım, sıktım iyice. Gözlerim doldu, bir şey diyemedim. Onlar el sallayıp gittiler, ben orada bir süre daha oturdum.


Gökyüzüne baktım, etrafta fotoğraf çeken, sohbet eden, konuşan, koşturan insanlara baktım. Düşündüm… Hayat hep bir işaret gönderiyor bize. Kafam karışık dediğin anda mesajını sana bir yolla iletiyor. Sen duyarsın, duymazsın… Mesajı alırsın, almazsın bilemem. Ama cevaplar hep en basit yerlerde duruyor.




                                                                                                       Herhangibiri / 2016

15 Nisan 2016 Cuma

Aşkı Cemal Süreya ile sevdim...

Aşkı Cemal Süreya ile sevdim ben. Onun gibi ince ruhlu olmak istedim, naif, kısa, net, açık olmak istedim hep… Özlediğimde onun dizelerinden ilham aldım. “Özledim… Söyleyeceklerim bu kadar, kısa ve derin” dedim. Daha fazlasına gerek duymadığım gibi hiçbir zaman da gizlemedim. Çünkü bana göre özlediyse söylemeliydi insan, gizlememeliydi. Çünkü “Hayat kısa, kuşlar uçuyor”du. Çünkü üstat bana “Özlemek, ölmekten iki harf fazla be çocuk” dese de bence özlemek de özlenmek kadar güzeldi.

Yeri geldi uzaktan sevdim ben, sessizce, beklentiye girmeden. Buğulu camlara yazdım “Uzaktan seviyorum seni. Kokunu alamadan, boynuna sarılamadan, yüzüne dokunamadan. Sadece seviyorum” diye… Zaten insan sevince sadece severdi böyle… Yargılamadan, değiştirmeden, hırpalamadan… Çünkü “Gerçekten seven insan hiçbir şeyi mazeret etmemeli. Seviyorsa söyleyebilmeli söyleyemiyorsa sevmiyordur, bitti…” demişti üstat. Benim kalbimde çok ama çok sevgi vardı. O sevgiyi vermek istedim, kalbine dokunup sevgilinin “Üşüdüysen söyle sevgilim, seni bir kat daha seveyim” demek istedim.

Her kalbim kırıldığında üstadın şu sözlerini hatırladım ben: “Bazı adamlar incitmeden sevemezdi… Kırardı, dökerdi, yangınlar bırakırdı arkalarında… Bazı adamlarsa, tüm geçmişi unutturur, parmak uçlarından öperdi.” Ben Cemal Süreya’nın verdiği umuttaki o bazılarının içindeki adam’ı  bekledim. İstedim ki gelip desin ki “Ben senin sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım… Biri bitse biri kalır, seni hiç bırakmayacağım.” Çünkü gerçekten birine güvenmek istedim.

Sonra “Peki ya sizin hiç fotoğrafını açıp yüzünün en ince ayrıntısı kadar incelediğiniz biri oldu mu?” diye sordu bana Cemal Süreya, oldu dedim. Aşkı hep bir yol bildim ben dedim. O zaman dedi k, üstat bana, git de ki o sevgiliye, “Sana yolculuk yapmak istiyorum. Kes yüreğinden bir bilet “can” kenarı olsun”. Hiç gocunmadım bundan, gittim onu da söyledim.

Bazen küstüğüm de oldu elbet aşka. Ama hiçbir zaman uzun sürmedi. Çünkü “Günlerce konuşmaz, yazmaz, aramaz, sormaz, sonra gelir bir merhaba der yine o kazanır”dı.

Mutlu olmak için çok şey de istemedim aslında ben ama belki de istemeliydim. Ben bunları düşünürken üstat oturduğu yerden mırıldandı bana “Mutluluk nasıl dayanıksız” diye. Çünkü en mutlu hissettiğimiz anlarda düşmüştük hep mutsuzluğa. Baktı yüzüm asıldı, tuttu elimden “Biz kırıldık, daha da kırılırız ama katil de bilmiyor öldürdüğünü” dedi.


Nerede hata yaptığımı sordum üstada. Gülümsedi. “Hasret kaldık yüreği güzel insanlara” dedi. Yine haklıydı… Çünkü;  “Ağlıyordum, o gidenler “Sen iyi bir insansın” diyordu. Ve hiçbiri de aslında iyi insan sevmiyordu.”



                                                                                                               /Herhangibiri/


Not: Parantez içindeki sözler Cemal Süreya'ya aittir.

1 Nisan 2016 Cuma

Hediye...

Hayat dediğin şey inişli çıkışlı, dolambaçlı, sürprizlerle dolu. Mesela öyle bir an geliyor ki bazen umutsuzluktan yoruluyorsun. Tutunacak bir dal arıyorsun kendine, bir neden… Bekliyorsun, bekliyorsun, sabrediyorsun… Arada deniyorsun, yeniliyorsun, bir daha deniyorsun, bir daha yeniliyorsun. Sonra bir an o beklediğin anın hiç gelmeyeceğini sanıp kendini koyuveriyorsun. İşte o zamanlarda günü kurtarmak için yaşamaya başlıyorsun. Anı dolduruyor, günü yaşıyor, gece yatağa yattığında hiçbir şey düşünmeden uykuya dalıyor, ertesi gün bir önceki günün tekrarını yaşıyorsun.

Günler geçip gidiyor. Mevsimler birbirini kovalıyor. Belki neyi beklediğini bile hatırlamaz oluyorsun. Herkes sana imrenirken sen aslında içinde, ta en derinde bambaşka şeyler yaşıyorsun. İşte tam da o anlardan birinde hayat yön değiştirmeye başlıyor. Bir heyecan kaplıyor içini. Bir kıvılcım tutuşuyor. Silkeleniyorsun, kendine geliyorsun, tekrar kim olduğunu hatırlıyor, hayata yeni bir merhaba diyorsun.

Bir sır veremem sana. Hayatın anlamı bu diyemem. Ama bildiğim bir şey var ki en güzel hediyeler bittim dediğin ve en beklemediğin anlarda geliyor. Daha da iflah olmam dediğin en kara kışları yaşarken, hayat ansızın baharı getiriyor içine, seni tazeliyor.  Yeni yerler, yeni yüzler, yeni insanlar, yeni bilgiler, yeni heyecanlar sunuyor. Yeri geliyor daha önce yaran olanı sana ilaç olarak hediye ediyor. Kahverengi dallarında pembe pembe çiçekler açtırıyor. Kalbin bile bir başka atıyor. Herkesle aynı sabaha uyansan da senin sabahın daha aydınlık oluyor. Sen, tek bir nedene bile razıyken hayat sana birden fazla neden sunuyor. “Yeterince sabrettin, al, doya doya yaşa” diyor.


Yerinde olsam vazgeçmem içten dua etmekten… Usanmam umut etmekten ve tekrar tekrar denemekten… Geri kalmam hayallerimden… Ve korkmam yeniden sevmekten…


                                                                                                   Herhangibiri / 2016