“Turlar yapılırdı burada da,
millet gezmeye giderdi Çanakkale’ye falan. Ben hiç gitmedim, ne işim var?”
dedi. Keyfi bir yere gitmeyi kendine hiçbir zaman hak görmemişti ki...
Doğduğu günden beri sadece
çalışmayı bilmişti. Tam anlamıyla dağın başındaki bir köyde, bol kardeşli bir
evde, yokluğun içine açmıştı gözlerini. Ömrü boyunca Zehra deseler de ona, Zühre
koymuşlardı aslında adını. Kim bilir belki bembeyaz teni, yeşil gözleriyle o
karanlıkta zühre yıldızı gibi parladı diye ya da sadece öylesine…
Okula gidemedi Zühre… Çünkü kız
çocukları okuyup da ne olacaktı? Onun yerine annesinden hamur açmayı öğrendi,
oya yapmayı, hayvan bakmayı, bahçe çapalamayı öğrendi. Okumayı, yazmayı yıllar
sonra kendi kendine öğrenecek kadar da zekiydi.
Bir gün annesi hastalandı.
Büyümek zorunda kaldı Zühre. Gencecik omuzlarına koca bir evin yükü bindi. Oysa
kim bilir ne hayalleri vardı Zühre’nin?
Annesi ölünce kaderi iyice
çizildi, o da buna razı oldu. O artık kardeşleri için vardı. Karınlarını doyurdu, üstlerini
başlarını yıkadı, kendi çok istediği halde gidemediği okullara yolladı… Köyden
kasabaya taşındıklarında evlerinin karşısında bir okul vardı. Acaba kaç kere o
okulun bahçesinde oynayan kardeşlerine iç geçirerek baktı?
Büyüdükçe güzelleşti Zühre,
talipleri gelip gitmeye başladı. Hepsini geri çevirdi. Çünkü o ablaydı,
kardeşleri vardı. Önce onlar kendilerini kurtarmalıydı.
Yıllar yılları kovaladı, abisi,
kardeşleri, herkes kendi yolunu çizdi. 0 arada 28 yaşına geldi Zühre de. Köy
yeri için evlenmeye geç bile kalmıştı. Bir gün bir denizci talibi çıkınca
kardeşlerinden biri “Evlen artık abla” dedi, “Artık sen de bizi bırak, kurtar
kendini…” Bu iyi huylu, pamuk bakışlı adama Zühre’nin kanı da bir kaynamıştı
sanki, “Evet” dedi.
Evlendi Zühre. Bir sahil
kasabasında bahçeli, iki katlı, ahşap bir eve gelin gitti. Ama dedim ya, onun
kaderi çok önce çizilmişti. Burada da hasta baktı Zühre. Tarlaya gitti, inek
sağdı, elleriyle dağ gibi çamaşırlar yıkadı, yemekler yaptı, misafirler
ağırladı. Zaman içinde bir tane, bir tane daha derken beş tane çocukları oldu.
Kocasını gemiye, uzun seferlere uğurlarken o hem çocuk büyüttü hem çalışmaya
devam etti.
Yıllarca kardeşleri için yaşayan
Zühre, bu sefer çocukları için yaşamaya başladı. Kardeşleri de onu hiç
bırakmadı ama artık herkesin kendi hayatı vardı. Dört erkekten sonra beşinci
çocuğu nihayet kız olurken neredeyse ölüyordu Zühre. Ama o çok güçlü bir
kadındı, bir ucundan tuttu hayatı, bırakmadı.
Annesini kaybetti, babasını
kaybetti, eşini kaybetti, ömrü boyunca bir sürü zorluk çekti ama bir kere bile
ağlamadı Zühre, göz yaşını kimseye göstermedi. Elbette ki üzülmüştü
kaybettiklerine ama hep bağrına taş basıp şükretti. Hiç daha fazlasını
istemedi. Hiç “Önce ben” demedi. Hiç “Yeter” diyip isyan etmedi. Çünkü ona böyle
öğretilmişti.
Yaşlandı zamanla Zühre. Çocukları
evlendi, başka hayatlara savruldular. Yanında kalanı oldu, bayramda bile
aramayanı oldu. Yanındakilerle avunurken uzaktakilere dertlenip iç çekti.
40 küsür yıl bir sahil
kasabasında yaşadı da Zühre, bir kere bile denize girmedi. Kendini bildi bileli
çalıştı Zühre. Ama sırf kendi canı istedi diye bir şey alıp tek başına yemedi.
Evinden uzağa benim de hakkım diyerek gezmeye gitmedi. Kendi dünyasıyla
yetindi, dünyanın geri kalanında ne var hiç merak etmedi. Varsa yedi, yoksa
neden yok demedi.
Şimdi 80 yaşında Zühre. Hep başkaları
için yaşadı. Koca bir ömre bir sürü insan sığdırdı, bir sürü şey oldu. Evlat oldu,
abla oldu, kardeş oldu, eş oldu, anne oldu, hala oldu, teyze oldu, babaanne
oldu… Ama Zühre olamadı, hep Zehra olarak kaldı beyaz tenli, yeşil gözlü, güzel
Zühre.
Herhangibiri / 23.11.2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder