Ne zaman geldim bu yaşa? Nasıl bu
kadar hızlı geçti zaman? 20’li yaşlardayken 40’lı yaşlar çok uzak görünürken,
şimdi nasıl oldu da 60’ların korkusu sardı içimi.
İnsan yaş aldıkça içsel
hesaplaşmaları daha çok yaşıyor galiba. Son zamanlardaki kendimi yargılamalarım
hep bu yüzden sanırım. Geride bıraktıklarım, yanımda getirdiklerim, yolda
ayrıldıklarım, ayrı düştüklerim, hala elini tuttuklarım… Hepsini çok sık
düşünür oldum bir süredir.
Her insanın hayatı bir hikaye ve
tam yazmayı öğrendim dediğimizde yolun sonuna yaklaşmış oluyoruz. Ve hayat da
tam böyle bir şey aslında…
Ben şanslı azınlıktayım ki geriye
dönüp baktığımda güzel bir çocukluk görüyorum. Varlıklı değil ama mutlu bir
çocukluk. Hep gül bahçesinde geçen değil ama düşe kalka öğrendiğim, elimin hep
tutulduğunu hissettiğim, güven içinde geçen bir çocukluk.
Çocukluğumla ilgili güzel
fotoğraflar var aklımda. Mesela bir bayram sabahı, halamın evinde, bir sürü
kuzen, amcamlar, neşeli bayram kahvaltıları, deniz kenarında milyon tane
fotoğraf çekmeli-ki o zaman telefon ile değil makine ile çekip bastırırdık-,
toplanıp mantı açmalı, tepsi tepsi baklava yemeli, gece için en az üç tane
korku filmi alıp tam izlerken en heyecanlı yerinde bütün ısrarlarımıza rağmen
odada uyuyan halamın ani horlaması ile yerimizden fırlamalı, kalabalık
olduğumuzdan yer yatağı yapıp sıralanarak uyumalı, anne babalardan sabaha karşı
yattığımızı saklamalı, bayramın son gününe kalmadan dönmek isteyen babaları son
güne kadar kalmaya ikna etmeye çalışmalı… Böyle günlerde dünyadaki en mutlu
insanlar biziz sanırdım. En güzel bizim bayramlarımızdı. En güzel bizim
ailemizdi. En çok biz eğlendirdik. Şimdi bu fotoğraftan tek tek yüzler
eksiliyor. Kalanlar yaşlanıyor. Kimisiyle fikirler yüzünden ayrı düşülüyor,
kimisi ile hayat ayırıyor, kimisi ebediyen aramızdan ayrılıyor. Büyükler
yaşlanıyor, küçükler ayrı ayrı hayatlara savruluyor. Ve ben çocukluğu çoktan
geride bırakıp, orta yaşlılığın tadını çıkarıp, yaşlılığa doğru adım adım
ilerliyorum. Zihnimde sık sık yazın bizi arkasında takıp denize götüren halamın
“civcivlerim benim” deyişini canlandırıyorum. Oldukça iri kuzenimin araba
lastiği kadar büyük pembe renkli can simidine hala gülüyorum. Utandığım için
yanımızda götürmek istemediğim ekmek arası domates ve patates kızartmasını
acıkınca nasıl iştahla yediğimizi hatırlıyorum. Bugüne kadar bir sürü güzel
yerde, çok güzel yemekler yedim ve şimdi fark ediyorum ki o ekmek arası patates
kızartmasının tadını asla bulamıyorum.
Evini getiriyorum gözümün önüne
halamın. Gülünce yeşil gözlerinin içi gülen ama sert görünmek için gülmemeye
çalışan, çocukluğu ayrı çileli, yetişkinliği ayrı çileli bembeyaz tenli, güzel halamın
bahçeli, ahşap çerçeveli, yürürken gıcırdayan tahtaları olan, kızarmış ekmek
kokusunun hala burnuma geldiği sobalı mutfaklı, eski ama güven veren evini
düşünüyorum. En güzel bayramlarımın geçtiği, ne kadar güzel otelde kalırsam
kalayım asla öyle tat alamadığım halamın, kışın buz gibi olsa da kalbimizi
ısıtan sıcacık evini…
Ve şimdi bunları yazarken daha
iyi anlıyorum ki hem halamı hem de o günleri çok özlüyorum. Geri gelemeyeceğini
de biliyorum. Elimdeki tek teselli iyi ki öyle günler yaşamışız diyorum.
Herhangibiri / 15.10.2021
Neden şuan böyle o anları hatırlamak neden gözde düştü düşecek minik bir su damlasında hapis nasıl bir kodlamaya sahibiz yarına gelmeden dünü beyenmeyip bugün ise ne güzelmiş hey gidi hey diye iç çekiyoruz. Çok güzel bir anlatım hafızalarda yer edinen bir çok duygu ve anı
YanıtlaSilBu güzel yorum için çok teşekkür ederim.
Sil👏❤️
SilTeşekkür ederim. 🙏☺️
Sil