18 Ekim 2021 Pazartesi

Benim güzel çocukluğum...

 

Ne zaman geldim bu yaşa? Nasıl bu kadar hızlı geçti zaman? 20’li yaşlardayken 40’lı yaşlar çok uzak görünürken, şimdi nasıl oldu da 60’ların korkusu sardı içimi.

İnsan yaş aldıkça içsel hesaplaşmaları daha çok yaşıyor galiba. Son zamanlardaki kendimi yargılamalarım hep bu yüzden sanırım. Geride bıraktıklarım, yanımda getirdiklerim, yolda ayrıldıklarım, ayrı düştüklerim, hala elini tuttuklarım… Hepsini çok sık düşünür oldum bir süredir.

Her insanın hayatı bir hikaye ve tam yazmayı öğrendim dediğimizde yolun sonuna yaklaşmış oluyoruz. Ve hayat da tam böyle bir şey aslında…

Ben şanslı azınlıktayım ki geriye dönüp baktığımda güzel bir çocukluk görüyorum. Varlıklı değil ama mutlu bir çocukluk. Hep gül bahçesinde geçen değil ama düşe kalka öğrendiğim, elimin hep tutulduğunu hissettiğim, güven içinde geçen bir çocukluk.

Çocukluğumla ilgili güzel fotoğraflar var aklımda. Mesela bir bayram sabahı, halamın evinde, bir sürü kuzen, amcamlar, neşeli bayram kahvaltıları, deniz kenarında milyon tane fotoğraf çekmeli-ki o zaman telefon ile değil makine ile çekip bastırırdık-, toplanıp mantı açmalı, tepsi tepsi baklava yemeli, gece için en az üç tane korku filmi alıp tam izlerken en heyecanlı yerinde bütün ısrarlarımıza rağmen odada uyuyan halamın ani horlaması ile yerimizden fırlamalı, kalabalık olduğumuzdan yer yatağı yapıp sıralanarak uyumalı, anne babalardan sabaha karşı yattığımızı saklamalı, bayramın son gününe kalmadan dönmek isteyen babaları son güne kadar kalmaya ikna etmeye çalışmalı… Böyle günlerde dünyadaki en mutlu insanlar biziz sanırdım. En güzel bizim bayramlarımızdı. En güzel bizim ailemizdi. En çok biz eğlendirdik. Şimdi bu fotoğraftan tek tek yüzler eksiliyor. Kalanlar yaşlanıyor. Kimisiyle fikirler yüzünden ayrı düşülüyor, kimisi ile hayat ayırıyor, kimisi ebediyen aramızdan ayrılıyor. Büyükler yaşlanıyor, küçükler ayrı ayrı hayatlara savruluyor. Ve ben çocukluğu çoktan geride bırakıp, orta yaşlılığın tadını çıkarıp, yaşlılığa doğru adım adım ilerliyorum. Zihnimde sık sık yazın bizi arkasında takıp denize götüren halamın “civcivlerim benim” deyişini canlandırıyorum. Oldukça iri kuzenimin araba lastiği kadar büyük pembe renkli can simidine hala gülüyorum. Utandığım için yanımızda götürmek istemediğim ekmek arası domates ve patates kızartmasını acıkınca nasıl iştahla yediğimizi hatırlıyorum. Bugüne kadar bir sürü güzel yerde, çok güzel yemekler yedim ve şimdi fark ediyorum ki o ekmek arası patates kızartmasının tadını asla bulamıyorum.

Evini getiriyorum gözümün önüne halamın. Gülünce yeşil gözlerinin içi gülen ama sert görünmek için gülmemeye çalışan, çocukluğu ayrı çileli, yetişkinliği ayrı çileli bembeyaz tenli, güzel halamın bahçeli, ahşap çerçeveli, yürürken gıcırdayan tahtaları olan, kızarmış ekmek kokusunun hala burnuma geldiği sobalı mutfaklı, eski ama güven veren evini düşünüyorum. En güzel bayramlarımın geçtiği, ne kadar güzel otelde kalırsam kalayım asla öyle tat alamadığım halamın, kışın buz gibi olsa da kalbimizi ısıtan sıcacık evini…

Ve şimdi bunları yazarken daha iyi anlıyorum ki hem halamı hem de o günleri çok özlüyorum. Geri gelemeyeceğini de biliyorum. Elimdeki tek teselli iyi ki öyle günler yaşamışız diyorum.



                                                                                                          Herhangibiri / 15.10.2021

4 yorum:

  1. Neden şuan böyle o anları hatırlamak neden gözde düştü düşecek minik bir su damlasında hapis nasıl bir kodlamaya sahibiz yarına gelmeden dünü beyenmeyip bugün ise ne güzelmiş hey gidi hey diye iç çekiyoruz. Çok güzel bir anlatım hafızalarda yer edinen bir çok duygu ve anı

    YanıtlaSil