Tam olarak yolun neresinde
kaybediyoruz hayal gücümüzü? Şimdi kısa bir an durup bu soruyu kendine sormanı istiyorum.
Çocukken oynadığın oyunları düşün en azından.
Mesela biz kardeşimle bazen
karşılıklı iki koltukta, denizin ortasında iki ayrı tahta parçasının üzerinde
kalmış, ortadaki köpek balığına yem olmadan birbirini kurtarmaya çalışan iki maceraperesti
oynardık.
Bazen bir yarışma programının
içine koyardık kendimizi. Biz küçükken yanılmıyorsam Turnike diye bir yarışma
vardı. Evdeki katalatik sobayı yarışmanın oynandığı stant yapardık. Bazen ben
sunucu olurdum, bazen kardeşim. Sobanın üzerindeki düğmeler, yarışmada doğru
cevabı vermek için kullanılan renkli butonları canlandırırdı. Programın gerçek
sunucusu gibi soru kartları hazırlar, fıkralar anlatırdık. İki kişi olduğumuz
için bütün yarışmacıları tek kişi oynardı.
Soğuk havalarda dışarda
oynayamaz, camın kenarına otururduk. Dışardan geçen insanları izlerdik. Ben, sokaktaki
insanları kukla yerine koyup konuştururdum. Benden beş yaş küçük kardeşim çok
gülerdi buna. Bazen gelip “hadi abla, yine konuştur insanları” derdi.
Bazen de kardeşimle iki turist
olur, güya sokakta karşılaştırdık. Birbirimize sözüm ona İngilizce abuk sabuk
şeyler söyler, “sonra ne dedin?” diye sorar, dediği şeye göre aynı abuk sabuk
sesler ile cevap verir, arkasından şunu dedim diye çeviri yapardık.
Ben küçükken bir defterim vardı.
İçine öyküler yazardım. Dün gibi hatırlıyorum o defteri. Muhtemelen babamın iş
için kullandığı, aslında başka bir işlevi olan bir şeyi, ben artık içime
sığmayan hayal gücümü kaleme dökmek için kullanırdım.
Ama sadece bu değildim ben. Ben o
yıllarda, hem yazar, hem senarist, hem yönetmen, hem sahne sorumlusu, hem mekan
sahibi işletmeciydim. Doğduğum gecekondunun bir arka bahçesi vardı, oraya bir
sahne yapmıştım. Mahalledeki çocukları toplar, onlara yazdığım öykülerden roller
dağıtırdım. Bunu da işinin ehli bir yönetmen edası ile ciddiyetle yapardım. Sonra
oyun için de biletler hazırlardım. O biletleri, başka mahallenin çocuklarına
satar, sahneye de oyunu koyardım. Oyun bittikten sonra bilet satışı ile elde
ettiğim geliri kendimce çok verimli kullanırdım. Gidip mahallenin sonundaki kebapçıdan
lahmacun alır, oyuncularıma dağıtırdım. Bu, benim hayatta kazandığım ilk
paraydı.
Hayatım boyunca da güzel yazdım
aslında. Sözcükleri dans ettirmeyi hep sevdim. Hep en çok yazarken rahat hissettim.
Küçükken yazdığım öykülerim nasıldı bilmiyorum ama öğrenciyken kompozisyonlarım
hep güzeldi. Lisede edebiyat öğretmenimiz en yüksek not alan kompozisyonların
sahiplerine ödül verirdi. İlk operaya, kendi yazdığım oyunları sergilediğim
arka bahçemizdeki tiyatro sahnesi dışında ilk tiyatroya, ilk müzikale hep
lisedeki edebiyat öğretmenimin ödülleri ile gittim. Büyülenmiş gibi sahneyi
izlerken içimden geçirdiğim şeyi de çok iyi hatırlıyorum. Ben bir gün ya o sahnede olmalıydım ya da o
sahnede oyuncuların dudaklarından dökülen sözler benim kalemime ait olmalıydı. Ama
olmadı…
Yolun neresinde kaybettim hayal
gücümü bilmiyorum ama en son istemeden gittiğim üniversiteden anneme mektuplar
yazdım. Belki ölmek üzere olan hayal gücümün son yakarışlarıydı, can
çekişmeleriydi o yazılar.
Sonra bir gün hiç fark etmeden bankacı
oldum. Kendimi soğuk bir monitörün önünde, elimde hesap makinesi ile buldum.
Kelimeleri bu kadar severken ironik bir şekilde sayıların esiri oldum. Bir süre
daha elime kalem alıp mücadele ettim ama bir gün kalemin ucuna gelen kelimeler
bana ait değilmiş gibi çıkmaya başlayınca durdum. Sadece durdum… Tam on yıl
durdum. Sevmediğim bir işi yaparak, yazmanın verdiği mutluluğu asla vermeyen
şeylerle uğraşarak öylece durdum. Yazmanın beni nasıl rahatlattığını tekrar
hatırlayana, silkinip kendimi bulana, kendi elimi tutup “hatırla, bu sen
değilsin” diyene kadar durdum. Değişime direnmeyip yeniden yol almaya başlayana
kadar durdum.
Demem o ki ne kendi hayal
gücünüze sınırlar koyun ne de çocuklarınıza yapın bu kötülüğü. Bazen
kelimelerle taşar içinizden, bazen notalarla, bazen fırçalarla, bazen hikayeler
anlatarak, bazen de bir çamura şekil vererek… Ama sınırı olmasın hiçbir şeyin.
Şimdi bunlar nereden geldi aklıma
mesela. Geçen hafta bir arkadaşımla konuştum. Son yazdığım yazıyı okuduktan
sonra aradı. Çok da güzel şeyler söyledi. Biraz çocukluktan konuştuk, yapmak
istediklerimizden, yapamadıklarımızdan. Telefonu kapatırken “Yine yaz” dedi. O
bunu dediğinde ben de dedim ki kendime “Peki Yıldız, tam olarak yolun neresinde
kaybettin hayallerini?”
Herhangibiri / 24.10.2021